29 Aralık 2013 Pazar

Savaşa karşı tavrına rağmen sürekli savaşların ortasında kaldı

Pablo Picasso doğduğu gün ölümle yüzleşti. Bebeğin öldüğünü düşünen ebe, tüm ilgisini annenin sağlığına yöneltti. Doktor olan amcası Don Salvador, soğukkanlılığıyla son anda kurtardı Picasso’yu.

Sanat yeteneği çok küçük yaşlarda keşfedildi, söylediği ilk sözcük, “Piz” olmuştu. Piz, İspanyolca kalem anlamına gelen Lapiz’in kısaltılmışıydı. 

Avignonlu Kadınlar

Picasso savaşa karşı tavrına rağmen sürekli savaşların ortasında kaldı: İspanya Halk Savaşı, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları. Yaşamının ilk yıllarında sanatı ‘Mavi Dönem’ ve ‘Pembe Dönem’ olmak üzere iki tarzda şekillendi. Gökyüzünün rengi mavi, çocukluğundan beri en sevdiği renkti ve bunu güçlü duygularını, hüznünü ifade etmekte kullandı. Pembe Dönem’de renkten çok çizgi ve desen kullanımına önem vermeye başladı. Kompozisyon tercihi daha estetikçiydi. Desenlerinde cambaz ve soytarı figürleri ağırlık kazanmaya başladı, sirk insanları yeni kahramanlarıydı.

Geometrik şekilleri ağırlıklı olarak kullandığı tablolarında nesneler, geometrik formlar oluşturacak şekilde basitleştirilmiş ya da geometrik şekillere bölünmüştü. Uzaydaki üç boyutlu bir cismi iki boyutlu yüzeye aktarma çabasıyla Picasso, şekilleri yanal yüzeylerine bölüştürüp her birini iki boyutlu yüzeyde göstermeye çalıştı.

Guernica

1937 yılında yaptığı Guernica, Picasso'nun en ünlü eseri oldu. İspanya İç Savaşı sırasındaki Alman bombardımanını sembolize ettiği tabloda, acı çeken insanlar ve hayvanlarla kaos içindeki yıkılmış binaları betimledi. 

II. Dünya Savaşı sırasında Nazi işgali altındaki Paris'te yaşarken atölyesinde, bir Alman subayı tarafından sorgulandı. Nazi subayının Guernica'yı işaret ederek “Bunu siz mi yaptınız?” sorusuna “Hayır, siz yaptınız” cevabını vererek tarihe geçti.

Garçon a la Pipe

Picasso 1973 yılında, 92 yaşında hayata veda etti. Garçon a la Pipe adlı eseri, 4 Mayıs 2004'te 104 milyon dolara alıcı buldu. 

27 Aralık 2013 Cuma

Şiirlerini, “Burçlarında gardiyanların ejderha gibi dolaştığı” cezaevinde yazdı

Sabahattin Ali, genç yaşta cezaevinin yüksek ve soğuk duvarlarıyla tanışmış bir edebiyatçı. İşsizlik ve parasızlık içinde geçen ömrü bir nisan gecesi Bulgaristan sınırındaki ormanlık alanda son buldu.

Sabahattin Ali

Anadolu insanına yaklaşımıyla edebiyata yeni bir boyut kazandıran Sabahattin Ali, toplumda ezilen insanların acılarını dile getirdi. 1937'de yayımlanan Kuyucaklı Yusuf romanı, gerçekçi Türk romanının en özgün örneklerinden biri oldu.


Konya Cezaevi’nde sonra Sinop Cezaevi’nde tutuklu kaldı. Evliya Çelebi’nin “Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Oradan mahkum kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar” sözleriyle anlattığı Sinop Cezaevi’nde, “Dışarıda deli dalgalar/Gelip duvarları yalar/Seni bu sesler oyalar/Aldırma gönül aldırma” dizeleriyle tanınan Hapishane Şarkısı 5 adlı şiirini yazdı.

Sabahattin Ali'den başka Nazım ve Necip Fazıl'ın da yattıkları Sinop Cezaevi 

Mizah dergilerinde çıkan yazıları dolayısıyla üç ay hapis yattı. Bir başka dava nedeniyle son olarak Üsküdar’daki Paşakapısı Cezaevi’nde de yattı. Cezaevinden çıktıktan sonra yazmayı bırakıp kamyon şoförlüğü yapmaya başladı. Yurt dışına gitmek istese de başarılı olamadı. Bulgaristan'a kaçmak isterken sınırda, bir kaçakçı tarafından öldürüldü.

Sabahattin Ali’nin pek çok şiiri bestelendi ve söylendi: Sezen Aksu tarafından Çocuklar Gibi, Nükhet Duru tarafından Eskisi Gibi, Zülfü Livaneli tarafından ise Leylim Ley. 

23 Aralık 2013 Pazartesi

“Seni kim bulursa başına bela gelsin!”

Antik, telli bir çalgı olan lir, arp ailesinden gelir. Tarihi M.Ö. 9’uncu yüzyıla kadar gider. Kythara ile karıştırılsa da daha küçük ve ayaksızdır. U harfi formuyla ağaçtan oyulmuştur. Parmaklarla çalınan lir, kucakta iki diz arasında tutulur. Lirin en ilkel formu kaplumbağa kabuğundan olandır. Yarım küre şeklinde, içi boşaltılmış kaplumbağa kabuğunun iki ucuna karşılıklı olarak yerleştirilen üç kirişin gerilmesiyle ortaya çıkmıştır.

Charles Paul Landon, Orphee

Antik Yunan'da liri Hermes'in bulduğuna, kardeşi Apollon'a hediye ettiğine inanılırdı. Helenistik dönemde ozanların ve düşünürlerin sembolü lir, sonradan lirik düşüncenin de çıkış kaynağı oldu. 14’üncü yüzyılda şairlerin şiirlerine tatlı sesiyle eşlik etti, 18’inci yüzyılda ‘lir motifi’ adıyla ahşap bina duvarlarını süsledi. Antik Yunan’dan Keltlere, Eski Mısır’a kadar uzanan geniş bir kültür coğrafyasında büyülü sesiyle kulakları şenlendirdi.

Bartolomeo Manfredi, Apollon ve Marsyas

Lirli efsanelerden biri Anadolu'da, Kral Midas'ın huzurunda yaşanır. Bir gün bir kaval bulan Athena, onu öttürerek eğlenmeye başlar. Athena’yı kaval çalarken görenler yüzünün aldığı şekle gülerler ve alay ederler. Buna çok öfkelenen Athena elindeki kavalı fırlatıp atarken “Seni kim bulursa başına bela gelsin!” der.

“Eşek kulaklı müzikten ne anlar?”
Babası iyi bir müzisyen olan ve iyi bir müzik kulağına sahip Marsyas kavalı bulur. Büyülü sesi öyle hoşuna gider ki yanına alır. Zamanla çaldığı kavalla büyük şöhret kazanır. Bunu duyan Apollon biraz da kıskançlıkla Marsyas’ı yarışa davet eder. Kral Midas bu yarışa şahitlik edecektir. Apollon liri, Marsyas ise kavalıyla yarışmaya katılırlar. Marsyas’ın kavalından öyle muhteşem bir müzik duyulur ki etraftaki herkes büyüsüne kapılır. Bunun üzerine Midas, Marsyas'ın Apollon'u geçtiğini ve yarışmayı kazandığını ilan eder. Karara sinirlenen Apollon, “Eşek kulaklı müzikten ne anlar?” diyerek Midas'ın kulaklarını eşek kulağına çevirir. Öfkesi dinmeyince Marsyas'ı da bir ağaca bağlar ve derisini yüzerek öldürür.

Kapadokya

Erciyes, Hasandağı, Güllüdağ’ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu, 60 milyona varan geçmişiyle doğa ve tarih harikası Kapadokya. Başta Nevşehir gelmek üzere Kırşehir, Niğde, Aksaray ve Kayseri, Kapadokya bölgesini oluşturuyor. 

Binlerce yıllık geçmişiyle Peribacaları

Kapadokya’da, tarih boyunca vadi yamaçlarından inen sel sularının, rüzgarın aşındırmasıyla tüflerden oluşan yapılar ortaya çıkmış. Daha çok Ürgüp civarında bulunan şapkalı peribacaları, doğaüstü varlıklara aitmişçesine esrarlı bir havaya bürünmüş. Konili, mantara benzeyen, sütunlu, sivri görünümlü başka başka yeryüzü biçimleri…

Dünyada başka örneği bulunmayan yer altı şehirleri Kapadokya’nın en önemli kültür varlıklarından. Yaşanan şiddetli depremler, yangınlar, soğuk kışlar ve kavurucu sıcaklar, Anadolu insanının doğanın imkanlarını değerlendirerek kendine güvenli barınaklar sağlamasına neden olmuş. 

Kapadokya'da balon seyahati yapabilirsiniz

Kayalara oyulan evler ve kiliseler, bölgeyi Roma baskısından kaçan Hristiyanlar için eşsiz bir sığınak haline getirmiş. Hristiyanlığın yaygınlaşmasıyla manastırlar gelişmiş, peribacalarının içlerine evler ve kiliseler oyulmuş. Bölgede 250’den fazla kilise bulunuyor: Tokalı Kilise, Yılanlı Kilise, Aziz Basil Şapeli, Karanlık Kilise, Elmalı Kilise ve Çarıklı Kilise...

Kapadokya bölgesinde el sanatları  çok yaygın

Selçuklu uygarlığı sağlam ve bakımlı yolları, taş köprüleri, kervansarayları, cami, medrese, kütüphane, hamam ve saray yapılarıyla bölgede çok güçlü bir kültürün temellerini atıyor. Osmanlı yönetiminin ilk yılları Kapadokya’da barış içinde ve sessizce sürüyor. Özellikle 18’inci yüzyılda Damat İbrahim Paşa eliyle önemli imar faaliyetleri gerçekleştiriliyor. Kapadokya bölgesi, Hacı Bektaş-i Veli’ye ait efsanelerle örülü. Neredeyse etrafta bulunan bütün tarihi yapılar için bir efsane mevcut. Kayalara oyulmuş geleneksel Kapadokya evleri ve güvercinlikler yörenin özgünlüğünü dile getiriyor. Kesme taştan inşa edilen ve 19’uncu yüzyıla tarihlenen bu evlerde taş işçiliği mimari bir gelenek halini almış.

Özellikle kışın, karın beyaz örtüsünün altındayken başka bir gezegene aitmiş izlenimini veriyor Kapadokya. 

2 Aralık 2013 Pazartesi

Koyu bakışlarıyla hüzün dolu bir 'Madam Butterfly'

Maria Callas'ın ‘90. doğum günü’ için hazırlanan doodle, onu daha önceden tanımayanları da hakkında bir şeyler okumaya itti. Maria Callas, 2 Aralık 1923’te, ABD'de doğmuş Yunan soprano. 

Maria Callas

Atina'da İspanyol soprano Elvira de Hidalgo'nun öğrencisi olan Callas, kariyerine Yunanistan Ulusal Operası'nda küçük bir rolle başladı. Madam Butterfly ve Tristan und Isolde ile tanındı. İlk yıllarında Wagner'in operalarını daha sonra Norma'yı, Carmen'i, Puccini'nin ve Verdi'nin çeşitli operalarını yorumladı. Çıktığı soprano ve mezzo-soprano rolleriyle çağının bir numaralı opera sanatçısı konumuna geldi. La Divina unvanıyla kariyerini tamamladı.

Aristotle Onassis

1957 yılında evliyken, armatör Aristotle Onassis ile birlikte aşk yaşamaları adının sansasyonlarla anılmasına neden oldu. Onassis, daha sonra Jacqueline Kennedy ile evlenerek Callas'ın yaşamında önemli kayıplara neden oldu. Maria Callas, 53 yaşındayken ani bir kalp krizi sonucunda yalnız yaşadığı evinde hayatını kaybetti.

Jacqueline Kennedy Onassis

Madam Butterfly Callas’ın yorumladığı operalardan biri. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başındaki en büyük bestecilerden Giacomo Puccini’nin eseri. Üç perdelik opera, kendisini kocasına adamaya hazır, genç bir geyşanın hikayesini anlatır. 


Hikayenin başında 15 yaşında olan Butterfly, Japonya'ya gelen Amerikan subayı Pinterkon ile evlenir ve dinini değiştirir. Bunun üzerine ailesi Butterfly'ı reddeder. Artık Pinkerton ve sadık yardımcısı Suzuki'den başka kimsesi kalmamıştır. Ancak Pinkerton evliliklerinden bir süre sonra evi terk eder. Hamile olan Butterfly, yıllar boyunca sabırla Pinkerton'u bekler. Oysa Pinkerton Amerika'da evlenmiştir.

Butterfly'ın yanında üç yaşına gelen oğlunu almak için Japonya'ya gelir. Pinkerton'un kendisine ihanet ettiğini gören Butterfly ise ailesinden kalma hançerle intihar eder.

28 Kasım 2013 Perşembe

Rasathane fotoğrafları



İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi, Rasathane sergisiyle Barbara ve Zafer Baran’ın 1999’dan günümüze son dönem ortak üretimlerinden bir retrospektif sunuyor. Baranların çalışmaları; “arkeolojik bir kazının en üst tabakası” olarak nitelendirdikleri, 11 seriden oluşan bu sergi, 28 Kasım 2013-27 Nisan 2014 tarihleri arasında görülebilecek. 


1981’den bu yana birlikte çalışan Barbara ve Zafer Baran’ın çalışmaları, yaşamın içinde gizli kalan basit, sıradan ve minimal olanı; sanat tarihi, doğa, bilim ve teknolojiyle iç içe, imgeler yaratarak, deneysel uygulamalarla görünür kılıyor.

İkilinin çalışmalarının merkezinde her zaman “en saf haliyle fotoğraftan aldıkları haz (izleme ve dönüştürme edimi)” var.


Baranların yapıtlarında kullandıkları teknikler, gereçler ve süreçler çok sayıda temaya hizmet ediyor. Görüntü üretme gereçlerinin mümkün olduğunca basit olmasını tercih ediyorlar. Kameralı ve kamerasız fotoğraf tekniklerini kullanan Baranlar, çalışmalarında deneysel yaklaşımlarını anlatıyla zenginleştiriyor.


“1999’dan bu yana, iki tekniğe dayalı çalışıyoruz: Kameralı ve kamerasız, sadece temel ekipmanı kullanıyor ve asgari oranda post-prodüksiyon işlemi yapıyoruz.”

Genç ve portre fotoğrafçısı

Pera Eğitim, Ateliers Galata işbirliğiyle 30 Kasım 2013-18 Ocak 2014 tarihleri arasında, Yıldız Moran: Zamansız Fotoğraflar sergisi kapsamında, 15-20 yaş grupları için ‘Portre Fotoğrafçılığı’ atölyesi düzenleniyor. Programda katılımcılar sergi turunun ardından fotoğrafçı Volkan Doğar’ın eğitmenliğinde portre fotoğrafçılığı tekniklerini uygulamalı öğrenecekler.



Işığın doğru kullanımı, modelle çalışmak ve teknik konulara değinilecek atölye çalışmasında, eğitimler uygulamalı gerçekleşecek. Atölyeye katılmak için portre fotoğrafçılığına ilgi duymanız ve bir fotoğraf makinesine sahip olmanız yeterli. 

Detaylı bilgi ve rezervasyon için: 0212 334 99 00 (4) / egitim@peramuzesi.org.tr

20 Kasım 2013 Çarşamba

Her yüzyılın kahramanı ve gerçek bir şövalye!

Don Quijote’nin yazarı Miguel De Cervantes, 1547-1616 yılları arasında yaşadı. Yoksul bir ailenin çocuğu olarak Madrid’de dünyaya geldi. Parasızlık nedeniyle düzenli bir okul eğitimi alamadı. 

Bir rivayete göre vergi tahsilatçısı olarak geçimini kazanmaya çalışırken hapse düşmemek için savaşa katılmak zorunda kaldı. Bu savaş, Osmanlı’ya karşı düzenlenen Haçlı Seferi’ydi. Yine aynı rivayete göre Cervantes, İnebahtı Savaşı olarak da bilinen Lepanto Deniz Savaşı’nda kolunu kaybetti. Ülkesine dönmek isterken Türk korsanlarca esir alındı. Beş yıl boyunca Cezayir’de esaret altında yaşayan Cervantes, istenen fidyenin ödenmesiyle hürriyetine kavuştu. Ülkesine dönünce donanma memuru göreviyle çalışmaya koyuldu. Fakat kasa açık verince yeniden hapse düştü. 


Miguel De Cervantes, Don Quijote’yi hapiste tasarladı. 1605’te yayımlanan ilk kitap, ilk haftalar içinde piyasaya kaçak olarak üç kez daha sürüldü. 1615’te iki bölüm halinde yayımlanan ve kahramanıyla aynı adı taşıyan Don Quijote romanı, çok okundu, çok sevildi, defalarca yorumlandı.


Uslanmaz bir kaçık, idealleri uğruna her şeyi göze alan bir savaşçı, aşkı yücelten bir romantik: Don Quijote. Sevdiği kadına zaferlerini ilan etmek uğruna gerçekleşemeyecek  hayallerin peşinde maceradan maceraya koşan bir kahraman o. Her defasında yenilgiye uğrasa da asla vazgeçmeyen. 

Picasso'nun yorumuyla Don Quijote

Modern romanın ilk örneğini oluşturan Don Quijote’nin bir yaşamda en az üç kez okunması gerektiği söylenir. Don Quijote gençlikte okunmalıdır, kahkahanın kolayca dudaklara fırlayıp duyguları harekete geçirdiği zamanlarda. Orta yaşta okunmalıdır, mantığın hakim olmaya başladığı yıllarda. İhtiyarlıkta okunmalıdır ki artık bu yıllarda her şeye felsefe açısından bakılmaktadır. Her yüzyılın kahramanı, insan ömründe her yaşın da kahramanıdır.

Teraslar üzerinde, göğe yükselen devasa heykelleriyle Nemrut

Adıyaman’ın Kahta ilçesindeki Nemrut Dağı, 2.150 metre yüksekliğiyle doğal ve muhteşem bir piramidi andırıyor. Dünyanın sekizinci harikası, 1987 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilmiş. 

Nemrut Dağı’nın tepesindeki tümülüs (bir tür mezar) ile tümülüsün doğu ve batı yanlarında oluşturulmuş teraslar üzerindeki devasa heykeller göğe doğru yükseliyor. Etrafını saran kabartmalı eserlerle birlikte son derece ilgi çekici bir panorama. Eserler Kommagene Krallığı’na ait. Kommagene Kralı I. Antiochos’ın ağzından yazılan, Nemrut Dağı'nın sırrını ve Antiochos'un yasalarını yüzyıllar sonrasına aktaran.


Yunanca ‘Genler Topluluğu’ anlamına geliyor krallığın adı. Suriye'nin kuzeyi, Hatay, Pınarbaşı, Kuzey Toroslar ve Fırat Nehri'nin çevrelediği verimli topraklara uzanmış. Grek ve Pers uygarlıklarının inanç, kültür ve geleneklerini bütünleştirmiş küçük ama güçlü bir krallık. Araziler tarım ve hayvancılığa elverişli, ekonomisi gelişmiş. İşlenmeye uygun, son derece değerli sedir ağacı ormanlarıyla kaplı toprakları.


Kommagene Krallığı, ilk olarak Mithradates Kallinikos tarafından, MÖ 109 yılında kuruluyor. Baba tarafından “Krallar Kralı” olarak anılan Pers krallarından Darius ile akraba. Anne tarafından ise Makedonya hükümdarı Büyük İskender ile akrabalık bağının olduğu biliniyor. Anne ve baba tarafından gelen bu etnik farklılığı birleştirerek kültür zenginliği haline dönüştürmenin göstergesi olarak tanrı heykellerinin yüzü doğuya ve batıya çevrilmiş. Kallinikos, tanrılarla olan bağını kuvvetlendireceği ve böylelikle ulusunu barış içerisinde yaşatacağı inancıyla ülkesinin çeşitli yerlerinde tapınaklar inşa ettiriyor. Tanrı heykellerinin isimleri hem Grek hem de Pers diliyle ifade edilmiş.

Bugün Nemrut Dağı, çevresindeki Kommagene Krallığı eserleriyle birlikte ülkemizin önemli milli parklarından biri. Park sınırları içerisinde Nemrut Dağı’ndaki dev heykeller ve tümülüs, Arsameia (Eski Kale), Yeni Kale, Karakuş Tepesi ve Cendere Köprüsü yer alıyor.

7 Kasım 2013 Perşembe

Yaşı 30’lara vardığında etrafındaki olumsuzluklardan etkilenerek Aşiyan'a çekildi

Tevfik Fikret, 26 Aralık 1867’de İstanbul'da doğdu. Asıl adı Mehmed Tevfik'dir. 1891 yılında Mirsad dergisinin açtığı şiir yarışmasında birincilik kazanınca edebiyat çevrelerinde adını duyurmaya başladı. Edebiyat-ı Cedide'nin en önemli temsilcisi olan Fikret, toplumsal içerikli şiirleriyle ilerici düşüncelerin simgesi haline geldi. Türkiye'de Batılı sanat anlayışının yerleşmesinde etkili oldu.

Annesi Refia Hanım, hacca giderken dönüş yolunda koleraya yakalanarak vefat etti. Henüz çocuk yaşta annesini kaybetmek Tevfik Fikret’in tüm hayatını etkiledi. Ardından babası Arabistan’a sürgün edildi ve 19 yıl boyunca sürgün yerinden dönemeyerek orada öldü. Babasının mezarını dahi görememek onu her zaman üzdü. 

Tevfik Fikret

Fikret, Mahmudiye Rüştiyesi'nde okudu. Günümüzdeki adıyla Galatasaray Lisesi, o yıllardaki adıyla Mekteb-i Sultani'yi birincilikle bitirdi. Yıllar sonra okuluna Türkçe öğretmeni olarak geri dönecek ve okul müdürü olacaktı.

Aşırı titiz davranan, en küçük ayrıntılar üzerinde dahi duran Tevfik Fikret, kendine özgü bir üslup yarattı. Dünya görüşü yaşadığı dönemin kültür koşullarını aştı; özgürlük ve eşitlik anlayışıyla ezilen insanların çıkarları üzerine eserler ortaya koydu. Kusursuz bir aile babası olan Fikret, hayatı boyunca çevresindeki kaypaklıklara ve çıkar düşkünlüklerine tahammül göstermedi. Yaşı 30’lara vardığında etrafındaki olumsuzluklardan etkilenerek Aşiyan'a çekildi. Ağır bir şeker hastalığına tutulmuştu. Kolundan olduğu bir ameliyattan sonra hayata gözlerini yumdu. 

6 Kasım 2013 Çarşamba

33. İstanbul Film Festivali başvuruları başladı

33. İstanbul Film Festivali, 5-20 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Festivalin Altın Lale Ulusal Yarışma bölümünde yer alacak filmler için başvuru süreci başladı. Festivale uzun metrajlı kurmaca filmlerin yanı sıra belgesel ve animasyon filmlerle de başvurulabiliyor.


Festivalin Altın Lale Ulusal Yarışma bölümünde yarışacak filmler, 31 Ocak Cuma akşamına kadar yapılacak başvurular arasından belirlenecek. Bu bölümünde yer alacak filmlere jüri tarafından En İyi Film, En İyi Yönetmen, Jüri Özel Ödülü, En İyi İlk Film, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Senaryo, En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Kurgu ve En İyi Özgün Müzik dallarında ödüller verilecek.

Başvurular için: Nejat Eczacıbaşı Binası, Sadi Konuralp Caddesi No: 5 Şişhane adresindeki İstanbul Film Festivali ofisi.

Piyano ve semazenler eşliğinde aşk


Piyanist-besteci Tuluyhan Uğurlu, 17 Kasım Pazar günü saat 15.00’da Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde sözü ve piyanosu ile aşkı anlatacak. Ve konserin bir noktasında dervişlerin aşka dansı başlayacak.

Biletler için: Biletix ve Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Gişesi.

Diğer adıyla çello

Viyolonsel, diğer adıyla çello. On altıncı yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkmış keman ailesinin bir üyesi. Bu zarif aile, viyolonselden başka keman, viyola, ve string bass’tan oluşur. İsimleri, Orta Çağ Latincesinde telli saz anlamına gelen ‘viyola’dan türemiştir. Çok seslilikte bas sesin önemi büyük olduğundan akorlar, armoniler bas ses üzerine kurulur. Bu, viyolonselin orkestra ve oda müziğindeki rolünü güçlendirir. 


Günümüze ulaşmış en eski viyolonseller, 1560’lı yıllarda İtalyan imalatçı Andrea Amati tarafından yapılmış olanlardır. On sekizinci yüzyıla gelindiğindeyse tek başına belirgin bir çalgı olarak kendini göstermeye başlar. Barok dönemde yalnızca viyolonsele özel suitler yazan büyük müzisyenler olmuştur. Bu isimlerden biri beş yüzden fazla konçerto bestelemiş ve ‘konçertonun babası’ olarak anılan Antonia Vivaldi’dir. 


Yapıtları tüm Avrupa müzik geleneğini kapsayan, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısının en önemli Alman romantik bestecilerinden Johannes Brahms viyolonsel için konçerto ve benzeri eserler icra eder. Yirminci yüzyıldaysa değişik müzik türlerini ustalıkla icra edebilen Sergei Prokofiev ve yüzyılının en önemli senfonilerini yazan Dmitri Shostakovich gibi besteciler viyolonseli solo enstrüman olarak geliştirir.


Genellikle akustik olarak kullanılır viyolonsel. Açık alandan konser salonlarına varıncaya kadar her alanda çalınabilir. Oldukça etkili bir konçerto ve resital çalgısıdır. Orkestra ve oda müziğinde oldukça aktif, çok yönlü ve önemlidir. Taşıması zordur, pahalıdır, kolay satın alınamaz. Müzisyenleri kendine aşık eder, orkestraların vazgeçilmezidir. Çaldığı yerde çekim alanları yaratır ve o müthiş tılsım her yanı sarar.

1 Kasım 2013 Cuma

Beyoğlu’nun En Güzel Abisi / Ahmet Ümit


Yılbaşı gecesi işlenen bir cinayet... Tarlabaşı'nın arka sokaklarında bulunan bir erkek cesedi. Öldürülmüş erkeklerin en yakışıklısı, belki de en kötüsü. Karanlık sırların ortaya çıkardığı utanç verici bir gerçek. Gururlarının kurbanı olmuş erkekler, onların hayatlarını yaşamak zorunda olan kadınlar. Bu cinayetler yatağında, bu kötülükler bahçesinde, bu insan eti satılan can pazarında masumiyetini korumaya çalışan bir adam. Bir zamanlar İstanbul'un en gözde yeri olan Beyoğlu'nun hazin hikayesi.

Savaş ve Barış / Lev Nikolayeviç Tolstoy


Napolyon’un 1812’de Rusya’yı işgalini ve bu savaşın, özellikle aristokrat çevrelerde yarattığı altüst oluşu, son derece gerçekçi sahnelerle, ayrıntılı ve derinlikli analizlerle yansıtan bir başyapıt. Rusya’nın 19. yüzyılın ilk yarısında panoramik bir fotoğrafını çeken Savaş ve Barış, soylu sınıfına dair yakın gözlemlerin yanı sıra köy ve kasabalarda yaşanan çiftlik hayatını da ustalıkla yansıtıyor.

Ernest Hemingway: “Savaş hakkında dobra dobra, dürüstçe, nesnel ve sade bir  üslupla yazmayı Tolstoy’dan öğrendim. Savaşı Tolstoy’dan daha iyi betimleyen bir yazar tanımıyorum.”

Bizans İmparatoru Büyük Theodosius / Radi Dikici


Adaleti, merhameti ve zaaflarıyla önce çıkan Bizans-Roma imparatorunun romanı. Belgelere dayanan biyografik eserde imparatorluğa hükmedenler arasındaki gün ışığına çıkmamış ilişkiler, komşu ülkeler arasındaki diplomatik temaslar, Gotlara ilişkin sorunların çözümü ayrıntılı olarak yer alıyor. İktidar hırsının neden olduğu acımasız taht çekişmelerinin yanı sıra romanda, Theodosius Forumu’nun inşası, Sümela Manastırı’nın kuruluş öyküsü ve Kalkedon’un (Kadıköy) yeniden yaratılışı ayrıntılı olarak ele alınıyor.

Sudaki iz, ebru

Ebru, renklerle suya yazılanın kağıda geçirilmesi. Bu sanatın ilk kez hangi tarihte ve ülkede yapıldığı tam olarak bilinmese de ebru, buram buram Doğu kokuyor. 

Çiçek desenli bir ebru çalışması

İpek Yolu üzerinden yola çıkan ebru, İran’ı geçerek Anadolu’ya varıyor. Zamanla İstanbul’da, usta-çırak ilişkisiyle gerçek olgunluğuna kavuşuyor ve büyüleyici bir sanat dalına dönüşüyor.

Ebru hakkında Türkçe kaleme alınmış bilinen en eski eser, 1615'ten sonra yazılan Tertib-i Risâle-i Ebrî adlı yazma kitapçık. En eski ebru olarak ise Gürcistan’da yazılmış, 1554 tarihli, üzerinde Mâlikî Deylemî’ye ait bir kıt’anın bulunduğu bir ebru gösteriliyor. 

Ebru sanatından bir örnek

Ebru yapımında eskiden beri toprak boya kullanılıyor. Hatip Ebru, 18’inci yüzyılda Ayasofya’nın hatibi olan Mehmed Efendi tarafından bulunmuş. Yazık ki Mehmet Efendi, Hocapaşa’daki evinde çıkan yangında eserlerini kurtarmak isterken yanarak yaşamını yitirmiş.


1829 yılında doğan Hezarfen Edhem Efendi’nin yaptığı ebrular da dillere destan olmuş, sanatçının namı Sultan Abdülaziz’e kadar ulaşmış. Sultan, saraya davet ettiği ufak tefek sanatçıyı görünce hayretini “Bunları bu adam mı yapıyor?” sözleriyle dile getirmiş. Necmeddin Okyay ile birlikte Türk ebrusu, renk renk lale, karanfil, hercai menekşe, gelincik, gonca gül, kasımpatı, sümbül açmış. 

Türk sanatına çiçekli ebruyu kazandıran Necmeddin Okyay

Ruha işleyen ebru sanatı, suyun verdiği huzurdan ve boyalarının özündeki topraktan besleniyor. Buna emek ve sabrın da eklenmesiyle estetik değerleriyle müthiş bir sanat hayat buluyor. 

31 Ekim 2013 Perşembe

Ölümden kaçmayan, korkusuz ve güçlü

Eserleri, Amerikan edebiyatının başyapıtları arasında kabul edilen Ernest Miller Hemingway, özellikle 20’nci yüzyıl kurgu romancılığını etkiledi. Kahramanları çoğunlukla ölümden kaçmayan, korkusuz, güçlü kahramanlar; boğa güreşçileri, atletler... Amaçları uğruna ölüme meydan okuyan, gözü pek, risk almaktan korkmayan erkekler. Entelektüel karakterleriyse ruhsal olarak yaralı, hayal kırıklığına uğramış kişiler. 

Kilimanjaro'nun Karları 

Hemingway, kendi kendiyle bitmeyen bir yarış içindeyken ne başarıları ne de şöhreti yeterli geldi ona. Ruhunda dinmek bilmeyen huzursuz duygular esti geçti. Paris’te ambulans şoförlüğü yaptığı sırada, infilak eden bir Avusturya topu nedeniyle yanındaki İtalyan askerleriyle birlikte ağır şekilde yaralandı. Asıl yarasını bir İtalyan askerini kurtarmaya çalışırken bacaklarından aldı. 

Hastanede tedavisi sürerken kendinden beş yaş büyük hemşire Agnes von Kurawsky’e aşık oldu. Silahlara Veda romanı bu aşkın gölgesinde yazıldı.

Çanlar Kimin İçin Çalıyor

İkinci evliliğini Paris’te tanıştığı Vogue dergisi yazarı Pauline’le yaptı. Babasının intihar haberiyle sarsıldı ve depresyonla ilk kez tanıştı. Pauline’le çıktıkları safari macerasında durakları Afrika oldu. Burada yakalandığı hastalıklar hayatını daha zora soktu. 1940’ta Çanlar Kimin İçin Çalıyor’u yazar.

Çok geçmeden savaş muhabiri Martha Gellhom’a aşık oldu. Bu defa Japon işgali altındaki Çin’i görmek için Uzak Doğu’ya gitti. Londra’ya döndüğünde yeni bir aşka yelken açarak son eşi Mary Welsh’le evlendi. Afrika seyahati sırasında üst üste iki uçak kazası geçirdi. Eklenen yeni sağlık sorunlarıyla ötelenen depresyonu daha şiddetli bir şekilde ortaya çıktı ve tedaviye rağmen alkolü bırakamadı. 

Ernest Hemingway
Küba’da satın aldığı arazide her şeyden uzak, dingin bir hayat sürmeyi denedi. Doğayla iyileştirmeye çalıştı kendini. Yazma yeteneğini kaybettiğine dair derin bir endişeye kapıldı. Rahatsızlığı ciddiyetini artırdı, elektroşok tedavisi gördü. Yaşlılığı hiç düşünmemiş olan Hemingway’in yaşlılığın sınırlamalarına katlanması, yeni hayatın yeni sorunlarını olgunlukla karşılaması mümkün olamadı.

2 Temmuz 1961 günü av tüfeğiyle intihar etti, babası ve iki kardeşinin de yaptığı gibi.

Osmanlı Türkçesi ile geçmişe uzanan yol


Türk kültürünün korunması, geliştirilip yüceltilmesi ve tanıtılması amacıyla faaliyet gösteren Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, merkez binasında Osmanlıca derslerine başlıyor. İlk dersin 5 Kasım Salı günü, saat 11.00-13.00 arasında görüleceği Osmanlı Türkçesi derslerinin eğitmeni Meral Tüfekçi olacak.
  

Türk Kültürüne Hizmet Vakfı ile iletişim için:
A: Küçük Ayasofya Mah. Akburçak Sok. No: 11/11A Sultanahmet
T: 0 212 513 36 01-02

‘Gerilimin Efendisi’nden sessiz filmler

İstanbul Modern Sinema, beyazperdede ‘Gerilimin Efendisi’ olarak kabul edilen Alfred Hitchcock’un ilk dönem yaptığı dokuz sessiz filmi Türkiye’de ilk kez gösterime sunuyor. Filmlere, müzisyenler canlı performanslarıyla eşlik edecek. 


 ‘Hitchcock 9’ başlıklı program, 7-17 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek ve “Sessiz filmler sinemanın en saf halidir” diyen Hitchcock’un sonraki filmografisine ışık tutacak. Dokuz film arasında yönetmenin 25 yaşında yaptığı kara komedi tarzındaki ilk filmi Aldatma, 1925 yapımı Zevk Bahçesi (The Pleasure Garden), 1929 yapımı Şantaj, 1928 yapımı Hafif Meşrep, 1927 yapımı Yokuş Aşağı, 1928 yapımı Çiftçinin Karısı yer alıyor. 


Programda ayrıca romantik komedi ve melodram öğeleri içeren Şampanya, Ring, Kiracı: Sisli Bir Londra Hikayesi ve 1929 yapımı Aşk Üçgeni de gösterilecek.

30 Ekim 2013 Çarşamba

Kendine özgü ve simgesel, Osman Hamdi Bey

Ülkemizde ilk kez modern müzeciliğin temellerini atan müzeci ve ünü uluslararası camiaya yayılmış bir arkeolog: Osman Hamdi Bey.

Türk resminde ilk kez figürlü kompozisyonu kullanan Osman Hamdi Bey’in tablolarının çoğunda Doğu ile Batı, inançla aşk, yaşamla ölüm arasındaki ikilemlerin izlerine rastlanabilir. Doğu’yu köhne bir mimari içerisinde, yıkık ve geri kalmış gösteren Batılı oryantalistlerin aksine Osman Hamdi Bey, Doğu’nun güzelliklerini simgesel bir dille gözler önüne serer. Türk sanatını ve kültürünü yücelten sanatçı, değişim sancıları yaşayan Osmanlı toplumunun sorunlarını alegorik ifadelerle tuvaline taşır.  

İki Müzisyen Kız

Osman Hamdi Bey, Paris’e gönderilerek döneminin ünlü ressamları Gerome ve Boulanger’in atölyelerinde güçlü bir sanat eğitimi alır. Osmanlı topraklarından eser kaçırılmasına engel olmak amacıyla yürürlükteki 1874 Asar-ı Atika Nizamnamesi’ni yeni baştan düzenler. Ülkemizde ilk kez Türk bilimsel kazılarını başlatan Osman Hamdi Bey; Nemrut Dağı, Lagina ve Sayda’da kazılar yürütür. İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin binasının inşaatını başlatır. Bugünkü adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin temellerini atan yine Osman Hamdi Bey’dir.

Silah Taciri

Osmanlı toplumunun sorunlarını, ikilemlerini anlatan Osman Hamdi, kişisel yaşam felsefesini yansıtan, kendine özgü simgesel bir dil oluşturur. Teknik üstünlüğün görüldüğü tüm detaylar muhteşemdir. Kandil, rahle, kitap, şamdan, halılar ve işlemeli örtüler, hat levhalar, lahit ve çiçeklerden yararlanarak Doğu sanatının zarafetini ve güzelliğini anlatır. Resimlerinde okuyan, tartışan, özlemini duyduğu Türk aydın tipini ve dışarıya açılmış kadın imgesini ele alır. 

15 Ekim 2013 Salı

Aile için en önemli şey sadakattir: ‘The Godfather’

Başrol oyuncuları Marlon Brando'yu sinema efsanesi, genç aktör Al Pacino'yu ise dünya çapında bir yıldız yapan unutulmaz film ‘The Godfather.’ The Godfather, Mario Puzo'nun 1969 yılında aynı adla yazdığı romandan sinemaya uyarlandı. Filmi, Francis Ford Coppola yönetti. 

Marlon Brando

Filmin çekimleri 29 Mart-6 Ağustos 1972 tarihleri arasında sürdü ve gösterime giren The Godfather, ilk haftada 5,3 milyon dolar gişe elde etti. Toplam hasılatı 81,5 milyon doları buldu. 1997 yılına gelindiğinde yeniden gösterimleriyle birlikte filmin sadece ABD'deki kazancı 134 milyon dolara ulaşmıştı. Dünya çapındaysa 245 milyon dolar gelir elde etmişti.

Filmin hikayesi, 1945'te başlar ve 10 yıllık bir dönemi içine alır. New York'ta yaşayan güçlü bir İtalyan mafya ailesinin yaşamını anlatır. Don Vito Corleone'nin başında olduğu Corleone ailesi, suça dayalı örgüt kurmuş, tanınan bir ailedir. Başka ailelerle birlikte New York'un yer altı dünyası onlardan sorulur. Don Corleone, politikacılar ve yargıçlarla yakın ilişki içindedir ve zamanı geldiğinde onları kullanmaktadır. Aile için en önemli şey sadakattir.

Al Pacino
Filmin replikleri, sinema tarihinin en çok gönderme yapılan replikleri haline gelir. Don Corleone’nin “Ona reddedemeyeceği bir teklif yapacağım” repliği, Amerikan Film Enstitüsü'nün 2005 yılında yaptığı bir ankette en çok hatırlanan ikinci replik seçilir.

The Godfather, En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu (Marlon Brando) ve En İyi Uyarlama Senaryo (Francis Ford Coppola, Mario Puzo) dallarında Oscar kazanır. Türkiye'de de Suriyeli yönetmen Mustafa Akkad’ın yaptığı Çağrı filmiyle başa baş en çok izlenen filmler arasındaki yerini alır.

3 Ekim 2013 Perşembe

Sancılı bir sürecin adı: Bipolar

Mine Sanat Galerisi’nde düzenlenecek ‘Bipolar’ başlıklı serginin açılışı 9 Ekim’de yapılacak. Küratörlüğünü Balkan Naci İslimyeli’nin yaptığı sergi, 8 Kasım gününe kadar görülebilecek. 


Bipolar, anlamı yaşamın derinlemesine kavranması demek olan sanatın içinden geçmek zorunda olduğu sancılı bir sürecin adı. Acı, haz ve gülmecenin dört bir yöne savurduğu dünyanın tanığı olan sanatçının iç dünyası da bu sarsıntılardan payını alıyor.

Mine Sanat Galerisi ile iletişim için:
A: Teşvikiye Mah. Prof. Dr. Müfide Küley Sok. No:1-1 Yasemin Apt. D: 5 / Şişli-İstanbul
T: 0 212 232 38 13