24 Haziran 2015 Çarşamba

Reçelsiz bir iftar sofrası eksik kabul edilirmiş

Orta Doğu’nun dünyaya mirasıdır reçel. Meyve, sebze ve çiçeklerin şekerle kaynatılması sonucunda elde edilir. Reçeli yapılacak bitkiler önceden şekerde bekletilir ve ardından kaynatılır ya da reçel şurubuyla birlikte kaynatılarak hazırlanır. 

Reçel, Orta Doğu'dan tüm dünyaya dağıldı

Milattan önce 510’da, Pers imparatoru Darius’un askerleri Hindistan’ın işgali sırasında şeker kamışıyla karşılaşınca hayrete düşmüşler.”Yedinci yüzyıla gelindiğinde şeker kamışının esrarını keşfeden Araplar, Kuzey Afrika ve Güney İspanya gibi gittikleri yeni topraklara şeker kamışı ekmeye başlamışlar. Haçlı Seferleri, Orta Doğu’nun tadına doyum olmayan reçel kültürünün Avrupa’nın içlerine kadar ulaşmasını hızlandırmış.


Osmanlı saraylarında reçelhane bölümü olurdu

Osmanlı saray mutfaklarında helvahane kısmı gibi reçel pişirmeye ayrılmış reçelhane kısımları varmış. Reçelhanelerde, hasbahçelerden toplanmış meyvelerden reçeller kaynatılırmış. İtibarı en yüksek olan reçel, “Reçellerin Sultanı” adıyla anılan gül reçeliymiş. Gülhane’deki bir köşkte sadece padişaha özel gül reçelleri kaynatılırmış. Sünnet eğlencelerine, düğünlere ve saray ziyafetlerine tat katan reçel, halk arasında da çok sevilirmiş. Reçelsiz bir iftar sofrası eksik kabul edilirmiş. 

Her çeşit bitkinin reçeli yapılabiliyor

Akla hayale sığmayacak sebze ve çiçeklerin de reçelleri yapılabiliyor. Menekşe, fulya, zambak, erguvan ve nilüfer çiçeğinden yapılan reçeller çok meşhur. Patlıcan, hurma, zeytin, kavun, badem ve kabağın da reçeli oluyor. 

Reçel tarih boyunca şifa vermiş

Tarih boyunca şifa veren bir yiyecek olarak görülen reçel, özellikle sabahları tüketildiğinde enerji kaynağı. Gül reçelinin karaciğer ve mide hastalıklarına iyi geldiği söyleniyor. Ağaç kavunu reçeli, bronşit ve nefes darlığı için yararlı. Ceviz reçeli, vücuda vitamin takviyesi yapıyor. Sinir sistemini güçlendiren ayva reçelinin yanı sıra elma reçeli böbrekleri temizliyor.

Evde reçel yapmak çok kolay

Bazı püf noktalarına dikkat ettiğiniz takdirde kendi reçelinizi yapabilirsiniz. Öncelikle meyveleriniz çürük olmamalı. Olgun meyveler pişme sırasında biçimini koruyamayıp dağıldığından armut, şeftali, kayısı, çilek gibi meyveleri biraz ham iken almak gerekir. Kiraz ve vişne ise mutlaka olgunlaşmış olmalı. 

Reçelin dibinin tutmaması için çelik tencere, tadının bozulmaması için de tahta kaşık kullanmalısınız. Tadını bozacağı için üstte biriken köpüğü atmalısınız. Reçel tanecikleri kaşığın ucundan inci taneleri gibi dökülmeye başladığında arzu edilen kıvamı yakalamışsınız demektir. En sağlıklısı reçellerin cam kavanozlarda tepeleme doldurulması. Açıldıktan sonra doğal tadını yitirmeye başlayacağından kavanozunuz ne kadar ufak olursa reçeliniz lezzetini o ölçüde korumuş olur.

22 Haziran 2015 Pazartesi

Bir yudum su, sevgi ve şefkat

“Aslında 6 Ocak 1482, önemli ya da tarihi bir gün değildi. Sabahtan beri çanların çalmasını gerektiren ve Paris halkını heyecanlandıran hiçbir durum olmamıştı. Ne bir Picardlı ya da Burgonyalı saldırısı söz konusuydu ne de bir azizin eşyaları tören alayına çıkıyordu. Laas kasabasındaki öğrenciler de ayaklanmamıştı. Ne heybetiyle herkesi korkutan kral gelmişti ne de Paris mahkemeleri kadın ya da erkek hırsızları asarak idam ediyordu.”

O halde Paris halkını heyecanlandıran neydi? 

Ouasimodo, herkesin gözünde bir hilkat garibesidir

Notre Dame Katedrali’nin rahibi Claude Frollo katedralin önünde bir bebek bulur, çirkinliği nedeniyle ona ‘Quasimodo’ adını verir. Quasimodo, Fransızcada ‘eksik-tamamlanmamış’ demektir. 
Büyüdükçe hilkat garibesine dönüşen Quasimodo, iri kıyım cüssesi, patlak gözleri, kambur sırtıyla ürkütücüdür. Katedralde zangoçluk yapmaya başlar, kimseyle karşılaşmamak için kuleden aşağı inmez. Çan sesi kulak zarlarını patlatır ve bedensel yıkıntılarına bir de sağırlığı eklenir. 
İletişim kurduğu tek insan rahip Claude Frollo’dur. Rahip Frollo halk tarafından sevilmez. Paris’in buz gibi soğuk, dar ve karanlık sokaklarında başını dik tutarak yürür. Notre Dame’ın kamburu peşi sıra takip eder onu.

Notre Dame'ın kamburu katedralde yaşar

Güzelliğiyle göz kamaştıran Çingene kızı Esmeralda; billur sesiyle şarkılar söyler, Djali adlı keçisiyle oyunlar oynar. Rahip Frollo zaaflarına yenik düşer ve güzel kıza aşık olur. Esmeralda’ya gönlünü kaptıran sadece Frollo değildir. Beş parasız oyun yazarı Pierre Gringoire de Çingene güzelinin peşindedir. Aynı hilkat garibesi Quasimodo gibi. Esmeralda ise çapkın ve yakışıklı Yüzbaşı Phoebus’a aşık olur. Ne var ki yüzbaşı, daha önceden soylu ve zengin bir ailenin kızıyla nişanlanmıştır.

Esmeralda'yı gören Quasimodo aşık olur

Quasimodo, Esmeralda’ya saldırdığı gerekçesiyle yargılanır. Greve Meydanı’ndaki ibret direğine asılır, hem dayak yer hem de saatlerce asılı olarak döndürülür. Halktan su ister, yalvarır. Sadece Esmeralda yakarışlarına kayıtsız kalamaz. Suyu içen Quasimodo’nun gözünden yaş süzülür. Hayatı boyunca ilk kez sevgi ve şefkat duygusuyla karşılaşmıştır.

Esmeralda, Çingene adetlerine göre Gringoire'un hayatını kurtarmak için onunla bir evlilik yapar. Ancak kalbindeki tek erkek Yüzbaşı Phoebus’dur. Rahip Frollo’nun Esmeralda’ya beslediği tutkular giderek şiddetlenmektedir. İki sevgili bir evde buluştuklarında gözünü kıskançlık bürümüş rahip yüzbaşıyı bıçakladıktan sonra suçu Esmeralda’nın üstüne atar. 
Günahsız Esmeralda; büyücülük, ahlaksızlık, Yüzbaşı Phoebus de Chateaupers’i öldürmek suçlarından idama mahkum edilir.

Rahip Frollo katedralin kapılarını açar

Esmeralda, asılmak üzere Notre Dame Katedrali'nin önüne getirilir. Rahip Frollo, Esmeralda’nın yanına gelir, ondan sevgi dilenir. Esmeralda sevdiği adamı öldüren rahibin aşkını reddeder. Oysa Yüzbaşı Phoebus yaşamaktadır. Ancak mahkemeye gidip tanıklık yapmak yerine Paris’ten kaçmayı tercih etmiştir. 

Esmeralda, cezalandırılan Quasimodo'ya su verirken

Çirkin Quasimodo, Esmeralda'nın yaptığı iyiliği karşılıksız bırakmamaya kararlıdır. Katedralin balkonundan kalın bir iple sarkarak onu ölümden kurtarır, katedrale saklar. O yıllarda Notre Dame Katedrali’nin dokunulmazlığı vardır. Katedrale sığınan en acımasız katil dahi olsa muhafızlara teslim edilemez. 
Birkaç gün sonra mahkeme Esmeralda’nın kiliseden alınarak idam edilmesi kararını alır. Paris’in tüm serserileri, dilencileri, kötürümleri silahlanarak Notre-Dame Katedrali’ne saldırır.

Esmeralda sevdiği erkeği beklerken o Paris'i terk etmiştir

Katedralin her yerinde Esmeralda’yı arayan Quasimodo, kulelerin birinde rahip Frollo’yu görür. Rahibin bakışları aynı noktaya sabitlenmiştir. Bakışların sabitlendiği noktada, Esmeralda’nın cansız bedeni asılı durmaktadır. Quasimodo, katedralin anahtarının yalnızca rahipte olduğunu bilmektedir. Bunun üzerine manevi babasını kuleden aşağı iter ve ortadan kaybolur.

Çingeneler Esmeralda'yı kurtarmak için katedrale saldırırken

Monfaucon Mağarası’na giden görevliler birbirine sarılmış iki iskeletle karşılaşırlar. Kadın iskeletinin üzerinde bir zamanlar beyaz renkte olan bir kumaşın parçaları vardır.  Boynunda da ucunda yeşil boncuklarla süslü, açık ve içi boş ipekten bir kese bulunan, tespih ağacından yapılma bir kolye. Belli ki değersiz olan bu eşyalar cellat tarafından alınmaya tenezzül edilmemiş. 
Erkek iskeletinin omurgası eğri, başı kürek kemiklerinin arasına gömülü, bir bacağı diğerinden kısa. Boyun omurlarında hiçbir zedelenme olmadığı için asılmadığı belli. Onu sarıldığı kadın iskeletinden ayırmaya çalıştıklarında toza dönüşüp yere dökülür. 

19 Haziran 2015 Cuma

Müzik çalan deniz sarayı: Şeytanminaresi

Yunan mitolojisinde deniz tanrısı Poseidon’un şeytanminaresinden bir enstrümanı vardır ve bu enstrümanla dalgalara hükmeder. Asırlar önce inşa edilmiş, akustik harikası hâlâ yakalanamayan amfitiyatrolarda da şeytanminarelerinden esinlenilmiş. Efes, Aspendos gibi antik tiyatrolarda aynı şeytanminarelerinde olduğu gibi en ufak bir fısıltı dalga etkisi yaratıyor. 


Şeytanminaresinin kabuğu zırha benziyor

Kuma gizlense de er ya da geç ele geçer şeytanminaresi. Helezon şeklindeki kıvrımlarıyla çok güzel görünüyor. Genelde beyaz renklidir şeytanminaresi. Rengarenk desenli olanlarına da rastlanır. İç kısımları hafif kırmızımsı bir kavuniçi. Yumuşak bir vücuda sahip olmasına karşın çok sert kabuğu sayesinde düşmanlarından korunur. Adeta zırh diyebileceğimiz kabuğunun oluşumu oldukça ilginç.

Şeytanminaresi minik bir saray aslında

Şeytanminaresinde zigot, milyonlarca defa bölünerek yavruyu meydana getiriyor. Yavrunun en dıştaki özel hücreleri kalsiyum salgılamaya başlıyor. Ve düzenli bir şekilde salgılanan kalsiyum şeytanminaresinin etrafında kalın bir tabaka oluşturuyor. Girintili çıkıntılı yüzeyi ve kıvrımlarıyla bir deniz sarayı. Sahip olduğu muhteşem akustik yapısıyla denizlerin en şöhretli şarkıcısı. Bir şeytanminaresini kulağınıza dayadığınızda dalgaların büyüleyici sesini fısıldar size.

Yaz için güzel bir hediyelik 

Girintili-çıkıntılı yüzeyiyle helezon şeklindeki yapısıyla muhteşem bir görünüme sahip. Tatil beldelerinde satılan, soğuk günlerde yazı hatırlatan en güzel hediyeliklerden. 

Kıyıdaki minik kabuklular

Midye, birbirine eklemlenmiş iki parçalı kabuğu olan yumuşakça. Kayalara tutunur. Denizin içinde bir deniz daha oluşturur kabuklardan. Çenet denen kabuk parçalarının yüzeyi düz, rengi siyaha yakın bir koyuluktadır. 

Bünyesindeki sedef midyeleri korur

Bünyesinde bulunan sedef sayesinde zararlı maddelerden korunur. Kendini korurken kadınların zarif boyunlarını, ince bileklerini süsleyecek en güzel incileri üretir. Kıyıya vurmuş minik kabuklular kadar ağırlığı 250 kiloyu bulan dev midyeler de vardır. 

Tüketilecek midyenin temiz sularda yetişmesi önemlidir

Beslenme biçimi nedeniyle midye, özellikle kentleşmenin yoğun olduğu bölgelerin sularına yerleşiyor. Atık sudaki artıklardan beslendiği için yüksek miktarda ağır metal ve kimyasal madde barındırabiliyor. Bu nedenle, tüketilecek midyelerin temiz sulardan elde edilmiş olması sağlık için çok önemli bir nokta. 

Suya düşmüş yıldızlar

Denizyıldızı denince herkesin aklına o bildik hikaye gelir. Hikayede, yazı yazmak için okyanus sahillerine gitmiş bir edebiyatçıyı görürüz ilk olarak. 

Karaya vuran denizyıldızı ölüyor

Deniz kenarında yazmaya koyulmuş edebiyatçı, sabaha karşı kumsalda birini görür. Dans eder gibi hareketler yapması ilgisini çeker. Yanına gidince gencin sahile vurmuş denizyıldızlarını okyanusa attığını görür. Merakına yenik düşer ve sorar: “Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?” Genç yanıtlar: “Birazdan güneş yükselip sular çekilecek. Onları suya atmazsam ölecekler.” Edebiyatçı şaşkın: “İyi ama kilometrelerce sahil boyunca binlerce denizyıldızı var. Ne fark eder ki?” Yerden bir denizyıldızını daha alarak okyanusa fırlatan genç cevaplar: “Onun için fark etti ama...” 

Etçil bir deniz omurgasızı olan denizyıldızı

Derisi dikenli çoğunlukla etçil bir deniz omurgasızı denizyıldızı. Bazı türlerinde dikenleri vahşi düşmanlarını bile ürkütecek kadar uzun olabiliyor. Yakalayabildiği her çeşit deniz canlısıyla doyuruyor kendini. Salyangoz, derisi dikenliler ve dibe çökmüş ölü hayvanlar besinlerinin büyük kısmını oluşturuyor. Kollarındaki emici kaplar sayesinde planktonları kolayca yakalayıp yiyebiliyor. Avı yutamayacağı kadar büyükse vücudunun dışında sindiriyor. 

Deniz tabanında kolaylıkla hareket eden denizyıldızı, yine kollarındaki özel emici kaplar sayesinde zemine güvenle tutunup istediği yere tırmanabiliyor. Rejenerasyon özelliği sayesinde kendi vücudunu onarabiliyor. İki, üç, dört veya daha fazla parçaya ayrılmış bir denizyıldızı parçalarından yeni bir denizyıldızı verebiliyor. 

18 Haziran 2015 Perşembe

Hükümdar Süleyman ile büyük mimar Sinan’ı buluşturan eser

İstanbul’un üçüncü tepesine oturup oradan Haliç’e bakan Süleymaniye, oldukça geniş bir alanı kaplıyor. Sinan’ın “kalfalık eserim” dediği Süleymaniye, tarihteki nice mimarın ustalık eseri olamayacak kadar güçlü bir anıt. Sayısız deprem geçirmesine rağmen caminin duvarlarında ufak bir çatlak dahi oluşmamış. 

 Yedi yıl gibi kısa sürede tamamlanan Süleymaniye Camii

Tarihçi İbrahim Peçevi’nin yazdığına göre, külliye yapımında 896.360 filori ve 82.900 akçe harcanmış. Bozcaada, İzmit, Mut, Ezine, Gazze ve Lübnan gibi farklı yerlerden taş örnekleri ve sütunlar getirilmiş. Sayıları üç bini bulan sanatçı, usta ve işçi külliyenin yapımı için aralıksız çalışmış. 

Hat yazıları Karahisari'nin imzasını taşıyor

Dört halifeyi temsil eden sütunlar
Kubbeyi taşıyan dört büyük sütun, Sinan tarafından özellikle İslam’ın dört halifesini temsil etmek üzere dizayn edilmiş. Sütunlardan biri İskenderiye’den, biri bugün Lübnan sınırları içerisinde bulunan Baalbek’ten, biri İstanbul’daki Kıztaşı’ndan, biri de Saray-ı Amire’den getirilmiş. Tekinin ağırlığı 40-50 tonu bulduğu için sütunların taşınması için özel gemiler yaptırılmış. 

Süleymaniye'nin muhteşem planı hayranlık uyandırıyor

Hat Güneşi’nin son yazıları
Süleymaniye Camii’nin 26,5 metre çapındaki kubbesi, kendinden önceki tüm devasa kubbelere meydan okumak üzere inşa edilmiş. Kubbedeki yazıları döneminin en önemli hattatlarından Ahmet Karahisari ile öğrencisi Hasan Çelebi yazmışlar. Sanatındaki ustalığı nedeniyle ‘Hat Güneşi’ olarak anılan Karahisari, kubbenin son yazısını tamamlamasıyla birlikte görme yetisini tamamen kaybetmiş. Mihrabın yaslandığı duvardaki vitraylı pencereler ve mihrabın iki yakasındaki çerçeveler ise Sarhoş İbrahim denilen ustaya ait. 


Bir Türk minyatüründe Süleymaniye

4 ve 10 sayısındaki esrar
Caminin dört minaresi, Kanuni Sultan Süleyman’ın fetihten sonraki dördüncü padişah olmasını simgeliyor. Minarelerin on şerefesi de Süleyman’ın devletin kurulmasından sonra tahta çıkan onuncu hükümdar olmasını ifade ediyor. Cami, 128 pencere ve sayısız kandille aydınlanıyor. Sinan, içerideki havayı temizlemek için özel bir mekanizma geliştiriyor. Hava akımından yararlanarak şamdan ve mumların isinin duvarları kirletmesini ve insan nefesinin ısınma yaratmasını önlemek gayesiyle giriş kapısının üzerine bir oda yerleştiriyor. Odanın tavanında biriken isten ise hattatların yazılarında kullanmaları için kaliteli is mürekkebi elde ediliyor. 

Yedi yıl gibi kısa bir sürede yapımı tamamlanan Süleymaniye Camii, kubbesinin ve minarelerinin zarafetiyle yedi tepeli şehrin silüetine estetik katmaya devam ediyor. 

17 Haziran 2015 Çarşamba

Sihirli dünya, Oz Büyücüsü

Dünya çocuk edebiyatının başyapıtlarından Oz Büyücüsü’nün yazarı Amerikalı Lyman Frank Baum (1856-1919 ). Dört erkek çocuk babası olan Baum, çocuklarını masallar anlatarak uyuturmuş. Oz Büyücüsü de böyle ortaya çıkmış. 

Oz Büyücüsü masaldan sinemaya uyarlandı

Fantastik ve müzikal ögelerin iç içe geçtiği Oz Büyücüsü, sinema dünyasının ilk uzun metrajlı peri masalı. Yönetmeni Victor Fleming. Filmin ilk gösterimi hayal kırıklığı ile sonuçlansa da 1956 yılında televizyon izleyicisiyle buluşmasının ardından tüm dünyada en çok izlenen film olmuş.  
Dorothy ve Toto

Oz Büyücüsü’nün öyküsü Amerika’nın Kansas eyaletinde geçer. Dorothy Gale’nin heyecansız çiftlik yaşamındaki tek eğlencesi, minik köpeği Toto’dur. Toto’nun yine başı beladadır. Suratsız komşu Almira Gulch’ın kedisini kovalamakla kalmayan Toto, kadını bacağından ısırmıştır.


Batı'nın Kötü Kalpli Cadısı

Almira Gulch çiftliğin kapısına dayanır. Kasabanın şerifinden izin almıştır ve yok edilmesi için Toto’yu götürecektir. Köpeğini Gulch’ın kötü niyetine teslim etmek istemeyen Dorothy evden kaçar. Çok uzaklaşmamışken hortuma kapılarak kendini sihirli bir dünyanın içinde bulur. 

Kuzey'in İyi Kalpli Cadısı Glenda

Dorothy’nin hortuma kapılan çiftlik evi Doğu’nun Kötü Kalpli Cadısı’nın üzerine düşerek ölümüne neden olmuştur. Dorothy, sihirli dünyanın ulusal kahramanı olmakla birlikte aynı zamanda Batı’nın Kötü Kalpli Cadısı’nın düşmanlığını da kazanmıştır. Kuzey’in İyi Kalpli Cadısı Glenda, Dorothy’nin yardımına koşar ve ayaklarına ölen cadının sihirli Yakut Pabuçlar’ını giydirir. 


Yakut Pabuçlar

Eve dönmek isteyen Dorothy, ulu ve esrarlı Oz Büyücüsü’nü aramaya koyulur. Sarı Tuğla Yolu izleyerek Oz Büyücüsü’nün peşine düşen Dorothy, yol boyunca sıra dışı dostlarla tanışır: Korkuluk, Teneke ve Korkak Aslan.

Teneke, Korkuluk, Dorothy ve Korkak Aslan

Dört arkadaş Oz Büyücüsü’nü bulduklarında onun bir düzenbaz olduğunu anlarlar. Oyunu bozulan Oz Büyücüsü, arkadaşların henüz fark edemedikleri en önemli mesajı verir: Hedeflere ulaşmak için gerekli olan aklın, yüreğin ve azmin gücüdür.