28 Kasım 2013 Perşembe

Rasathane fotoğrafları



İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi, Rasathane sergisiyle Barbara ve Zafer Baran’ın 1999’dan günümüze son dönem ortak üretimlerinden bir retrospektif sunuyor. Baranların çalışmaları; “arkeolojik bir kazının en üst tabakası” olarak nitelendirdikleri, 11 seriden oluşan bu sergi, 28 Kasım 2013-27 Nisan 2014 tarihleri arasında görülebilecek. 


1981’den bu yana birlikte çalışan Barbara ve Zafer Baran’ın çalışmaları, yaşamın içinde gizli kalan basit, sıradan ve minimal olanı; sanat tarihi, doğa, bilim ve teknolojiyle iç içe, imgeler yaratarak, deneysel uygulamalarla görünür kılıyor.

İkilinin çalışmalarının merkezinde her zaman “en saf haliyle fotoğraftan aldıkları haz (izleme ve dönüştürme edimi)” var.


Baranların yapıtlarında kullandıkları teknikler, gereçler ve süreçler çok sayıda temaya hizmet ediyor. Görüntü üretme gereçlerinin mümkün olduğunca basit olmasını tercih ediyorlar. Kameralı ve kamerasız fotoğraf tekniklerini kullanan Baranlar, çalışmalarında deneysel yaklaşımlarını anlatıyla zenginleştiriyor.


“1999’dan bu yana, iki tekniğe dayalı çalışıyoruz: Kameralı ve kamerasız, sadece temel ekipmanı kullanıyor ve asgari oranda post-prodüksiyon işlemi yapıyoruz.”

Genç ve portre fotoğrafçısı

Pera Eğitim, Ateliers Galata işbirliğiyle 30 Kasım 2013-18 Ocak 2014 tarihleri arasında, Yıldız Moran: Zamansız Fotoğraflar sergisi kapsamında, 15-20 yaş grupları için ‘Portre Fotoğrafçılığı’ atölyesi düzenleniyor. Programda katılımcılar sergi turunun ardından fotoğrafçı Volkan Doğar’ın eğitmenliğinde portre fotoğrafçılığı tekniklerini uygulamalı öğrenecekler.



Işığın doğru kullanımı, modelle çalışmak ve teknik konulara değinilecek atölye çalışmasında, eğitimler uygulamalı gerçekleşecek. Atölyeye katılmak için portre fotoğrafçılığına ilgi duymanız ve bir fotoğraf makinesine sahip olmanız yeterli. 

Detaylı bilgi ve rezervasyon için: 0212 334 99 00 (4) / egitim@peramuzesi.org.tr

20 Kasım 2013 Çarşamba

Her yüzyılın kahramanı ve gerçek bir şövalye!

Don Quijote’nin yazarı Miguel De Cervantes, 1547-1616 yılları arasında yaşadı. Yoksul bir ailenin çocuğu olarak Madrid’de dünyaya geldi. Parasızlık nedeniyle düzenli bir okul eğitimi alamadı. 

Bir rivayete göre vergi tahsilatçısı olarak geçimini kazanmaya çalışırken hapse düşmemek için savaşa katılmak zorunda kaldı. Bu savaş, Osmanlı’ya karşı düzenlenen Haçlı Seferi’ydi. Yine aynı rivayete göre Cervantes, İnebahtı Savaşı olarak da bilinen Lepanto Deniz Savaşı’nda kolunu kaybetti. Ülkesine dönmek isterken Türk korsanlarca esir alındı. Beş yıl boyunca Cezayir’de esaret altında yaşayan Cervantes, istenen fidyenin ödenmesiyle hürriyetine kavuştu. Ülkesine dönünce donanma memuru göreviyle çalışmaya koyuldu. Fakat kasa açık verince yeniden hapse düştü. 


Miguel De Cervantes, Don Quijote’yi hapiste tasarladı. 1605’te yayımlanan ilk kitap, ilk haftalar içinde piyasaya kaçak olarak üç kez daha sürüldü. 1615’te iki bölüm halinde yayımlanan ve kahramanıyla aynı adı taşıyan Don Quijote romanı, çok okundu, çok sevildi, defalarca yorumlandı.


Uslanmaz bir kaçık, idealleri uğruna her şeyi göze alan bir savaşçı, aşkı yücelten bir romantik: Don Quijote. Sevdiği kadına zaferlerini ilan etmek uğruna gerçekleşemeyecek  hayallerin peşinde maceradan maceraya koşan bir kahraman o. Her defasında yenilgiye uğrasa da asla vazgeçmeyen. 

Picasso'nun yorumuyla Don Quijote

Modern romanın ilk örneğini oluşturan Don Quijote’nin bir yaşamda en az üç kez okunması gerektiği söylenir. Don Quijote gençlikte okunmalıdır, kahkahanın kolayca dudaklara fırlayıp duyguları harekete geçirdiği zamanlarda. Orta yaşta okunmalıdır, mantığın hakim olmaya başladığı yıllarda. İhtiyarlıkta okunmalıdır ki artık bu yıllarda her şeye felsefe açısından bakılmaktadır. Her yüzyılın kahramanı, insan ömründe her yaşın da kahramanıdır.

Teraslar üzerinde, göğe yükselen devasa heykelleriyle Nemrut

Adıyaman’ın Kahta ilçesindeki Nemrut Dağı, 2.150 metre yüksekliğiyle doğal ve muhteşem bir piramidi andırıyor. Dünyanın sekizinci harikası, 1987 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilmiş. 

Nemrut Dağı’nın tepesindeki tümülüs (bir tür mezar) ile tümülüsün doğu ve batı yanlarında oluşturulmuş teraslar üzerindeki devasa heykeller göğe doğru yükseliyor. Etrafını saran kabartmalı eserlerle birlikte son derece ilgi çekici bir panorama. Eserler Kommagene Krallığı’na ait. Kommagene Kralı I. Antiochos’ın ağzından yazılan, Nemrut Dağı'nın sırrını ve Antiochos'un yasalarını yüzyıllar sonrasına aktaran.


Yunanca ‘Genler Topluluğu’ anlamına geliyor krallığın adı. Suriye'nin kuzeyi, Hatay, Pınarbaşı, Kuzey Toroslar ve Fırat Nehri'nin çevrelediği verimli topraklara uzanmış. Grek ve Pers uygarlıklarının inanç, kültür ve geleneklerini bütünleştirmiş küçük ama güçlü bir krallık. Araziler tarım ve hayvancılığa elverişli, ekonomisi gelişmiş. İşlenmeye uygun, son derece değerli sedir ağacı ormanlarıyla kaplı toprakları.


Kommagene Krallığı, ilk olarak Mithradates Kallinikos tarafından, MÖ 109 yılında kuruluyor. Baba tarafından “Krallar Kralı” olarak anılan Pers krallarından Darius ile akraba. Anne tarafından ise Makedonya hükümdarı Büyük İskender ile akrabalık bağının olduğu biliniyor. Anne ve baba tarafından gelen bu etnik farklılığı birleştirerek kültür zenginliği haline dönüştürmenin göstergesi olarak tanrı heykellerinin yüzü doğuya ve batıya çevrilmiş. Kallinikos, tanrılarla olan bağını kuvvetlendireceği ve böylelikle ulusunu barış içerisinde yaşatacağı inancıyla ülkesinin çeşitli yerlerinde tapınaklar inşa ettiriyor. Tanrı heykellerinin isimleri hem Grek hem de Pers diliyle ifade edilmiş.

Bugün Nemrut Dağı, çevresindeki Kommagene Krallığı eserleriyle birlikte ülkemizin önemli milli parklarından biri. Park sınırları içerisinde Nemrut Dağı’ndaki dev heykeller ve tümülüs, Arsameia (Eski Kale), Yeni Kale, Karakuş Tepesi ve Cendere Köprüsü yer alıyor.

7 Kasım 2013 Perşembe

Yaşı 30’lara vardığında etrafındaki olumsuzluklardan etkilenerek Aşiyan'a çekildi

Tevfik Fikret, 26 Aralık 1867’de İstanbul'da doğdu. Asıl adı Mehmed Tevfik'dir. 1891 yılında Mirsad dergisinin açtığı şiir yarışmasında birincilik kazanınca edebiyat çevrelerinde adını duyurmaya başladı. Edebiyat-ı Cedide'nin en önemli temsilcisi olan Fikret, toplumsal içerikli şiirleriyle ilerici düşüncelerin simgesi haline geldi. Türkiye'de Batılı sanat anlayışının yerleşmesinde etkili oldu.

Annesi Refia Hanım, hacca giderken dönüş yolunda koleraya yakalanarak vefat etti. Henüz çocuk yaşta annesini kaybetmek Tevfik Fikret’in tüm hayatını etkiledi. Ardından babası Arabistan’a sürgün edildi ve 19 yıl boyunca sürgün yerinden dönemeyerek orada öldü. Babasının mezarını dahi görememek onu her zaman üzdü. 

Tevfik Fikret

Fikret, Mahmudiye Rüştiyesi'nde okudu. Günümüzdeki adıyla Galatasaray Lisesi, o yıllardaki adıyla Mekteb-i Sultani'yi birincilikle bitirdi. Yıllar sonra okuluna Türkçe öğretmeni olarak geri dönecek ve okul müdürü olacaktı.

Aşırı titiz davranan, en küçük ayrıntılar üzerinde dahi duran Tevfik Fikret, kendine özgü bir üslup yarattı. Dünya görüşü yaşadığı dönemin kültür koşullarını aştı; özgürlük ve eşitlik anlayışıyla ezilen insanların çıkarları üzerine eserler ortaya koydu. Kusursuz bir aile babası olan Fikret, hayatı boyunca çevresindeki kaypaklıklara ve çıkar düşkünlüklerine tahammül göstermedi. Yaşı 30’lara vardığında etrafındaki olumsuzluklardan etkilenerek Aşiyan'a çekildi. Ağır bir şeker hastalığına tutulmuştu. Kolundan olduğu bir ameliyattan sonra hayata gözlerini yumdu. 

6 Kasım 2013 Çarşamba

33. İstanbul Film Festivali başvuruları başladı

33. İstanbul Film Festivali, 5-20 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Festivalin Altın Lale Ulusal Yarışma bölümünde yer alacak filmler için başvuru süreci başladı. Festivale uzun metrajlı kurmaca filmlerin yanı sıra belgesel ve animasyon filmlerle de başvurulabiliyor.


Festivalin Altın Lale Ulusal Yarışma bölümünde yarışacak filmler, 31 Ocak Cuma akşamına kadar yapılacak başvurular arasından belirlenecek. Bu bölümünde yer alacak filmlere jüri tarafından En İyi Film, En İyi Yönetmen, Jüri Özel Ödülü, En İyi İlk Film, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Senaryo, En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Kurgu ve En İyi Özgün Müzik dallarında ödüller verilecek.

Başvurular için: Nejat Eczacıbaşı Binası, Sadi Konuralp Caddesi No: 5 Şişhane adresindeki İstanbul Film Festivali ofisi.

Piyano ve semazenler eşliğinde aşk


Piyanist-besteci Tuluyhan Uğurlu, 17 Kasım Pazar günü saat 15.00’da Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde sözü ve piyanosu ile aşkı anlatacak. Ve konserin bir noktasında dervişlerin aşka dansı başlayacak.

Biletler için: Biletix ve Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Gişesi.

Diğer adıyla çello

Viyolonsel, diğer adıyla çello. On altıncı yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkmış keman ailesinin bir üyesi. Bu zarif aile, viyolonselden başka keman, viyola, ve string bass’tan oluşur. İsimleri, Orta Çağ Latincesinde telli saz anlamına gelen ‘viyola’dan türemiştir. Çok seslilikte bas sesin önemi büyük olduğundan akorlar, armoniler bas ses üzerine kurulur. Bu, viyolonselin orkestra ve oda müziğindeki rolünü güçlendirir. 


Günümüze ulaşmış en eski viyolonseller, 1560’lı yıllarda İtalyan imalatçı Andrea Amati tarafından yapılmış olanlardır. On sekizinci yüzyıla gelindiğindeyse tek başına belirgin bir çalgı olarak kendini göstermeye başlar. Barok dönemde yalnızca viyolonsele özel suitler yazan büyük müzisyenler olmuştur. Bu isimlerden biri beş yüzden fazla konçerto bestelemiş ve ‘konçertonun babası’ olarak anılan Antonia Vivaldi’dir. 


Yapıtları tüm Avrupa müzik geleneğini kapsayan, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısının en önemli Alman romantik bestecilerinden Johannes Brahms viyolonsel için konçerto ve benzeri eserler icra eder. Yirminci yüzyıldaysa değişik müzik türlerini ustalıkla icra edebilen Sergei Prokofiev ve yüzyılının en önemli senfonilerini yazan Dmitri Shostakovich gibi besteciler viyolonseli solo enstrüman olarak geliştirir.


Genellikle akustik olarak kullanılır viyolonsel. Açık alandan konser salonlarına varıncaya kadar her alanda çalınabilir. Oldukça etkili bir konçerto ve resital çalgısıdır. Orkestra ve oda müziğinde oldukça aktif, çok yönlü ve önemlidir. Taşıması zordur, pahalıdır, kolay satın alınamaz. Müzisyenleri kendine aşık eder, orkestraların vazgeçilmezidir. Çaldığı yerde çekim alanları yaratır ve o müthiş tılsım her yanı sarar.

1 Kasım 2013 Cuma

Beyoğlu’nun En Güzel Abisi / Ahmet Ümit


Yılbaşı gecesi işlenen bir cinayet... Tarlabaşı'nın arka sokaklarında bulunan bir erkek cesedi. Öldürülmüş erkeklerin en yakışıklısı, belki de en kötüsü. Karanlık sırların ortaya çıkardığı utanç verici bir gerçek. Gururlarının kurbanı olmuş erkekler, onların hayatlarını yaşamak zorunda olan kadınlar. Bu cinayetler yatağında, bu kötülükler bahçesinde, bu insan eti satılan can pazarında masumiyetini korumaya çalışan bir adam. Bir zamanlar İstanbul'un en gözde yeri olan Beyoğlu'nun hazin hikayesi.

Savaş ve Barış / Lev Nikolayeviç Tolstoy


Napolyon’un 1812’de Rusya’yı işgalini ve bu savaşın, özellikle aristokrat çevrelerde yarattığı altüst oluşu, son derece gerçekçi sahnelerle, ayrıntılı ve derinlikli analizlerle yansıtan bir başyapıt. Rusya’nın 19. yüzyılın ilk yarısında panoramik bir fotoğrafını çeken Savaş ve Barış, soylu sınıfına dair yakın gözlemlerin yanı sıra köy ve kasabalarda yaşanan çiftlik hayatını da ustalıkla yansıtıyor.

Ernest Hemingway: “Savaş hakkında dobra dobra, dürüstçe, nesnel ve sade bir  üslupla yazmayı Tolstoy’dan öğrendim. Savaşı Tolstoy’dan daha iyi betimleyen bir yazar tanımıyorum.”

Bizans İmparatoru Büyük Theodosius / Radi Dikici


Adaleti, merhameti ve zaaflarıyla önce çıkan Bizans-Roma imparatorunun romanı. Belgelere dayanan biyografik eserde imparatorluğa hükmedenler arasındaki gün ışığına çıkmamış ilişkiler, komşu ülkeler arasındaki diplomatik temaslar, Gotlara ilişkin sorunların çözümü ayrıntılı olarak yer alıyor. İktidar hırsının neden olduğu acımasız taht çekişmelerinin yanı sıra romanda, Theodosius Forumu’nun inşası, Sümela Manastırı’nın kuruluş öyküsü ve Kalkedon’un (Kadıköy) yeniden yaratılışı ayrıntılı olarak ele alınıyor.

Sudaki iz, ebru

Ebru, renklerle suya yazılanın kağıda geçirilmesi. Bu sanatın ilk kez hangi tarihte ve ülkede yapıldığı tam olarak bilinmese de ebru, buram buram Doğu kokuyor. 

Çiçek desenli bir ebru çalışması

İpek Yolu üzerinden yola çıkan ebru, İran’ı geçerek Anadolu’ya varıyor. Zamanla İstanbul’da, usta-çırak ilişkisiyle gerçek olgunluğuna kavuşuyor ve büyüleyici bir sanat dalına dönüşüyor.

Ebru hakkında Türkçe kaleme alınmış bilinen en eski eser, 1615'ten sonra yazılan Tertib-i Risâle-i Ebrî adlı yazma kitapçık. En eski ebru olarak ise Gürcistan’da yazılmış, 1554 tarihli, üzerinde Mâlikî Deylemî’ye ait bir kıt’anın bulunduğu bir ebru gösteriliyor. 

Ebru sanatından bir örnek

Ebru yapımında eskiden beri toprak boya kullanılıyor. Hatip Ebru, 18’inci yüzyılda Ayasofya’nın hatibi olan Mehmed Efendi tarafından bulunmuş. Yazık ki Mehmet Efendi, Hocapaşa’daki evinde çıkan yangında eserlerini kurtarmak isterken yanarak yaşamını yitirmiş.


1829 yılında doğan Hezarfen Edhem Efendi’nin yaptığı ebrular da dillere destan olmuş, sanatçının namı Sultan Abdülaziz’e kadar ulaşmış. Sultan, saraya davet ettiği ufak tefek sanatçıyı görünce hayretini “Bunları bu adam mı yapıyor?” sözleriyle dile getirmiş. Necmeddin Okyay ile birlikte Türk ebrusu, renk renk lale, karanfil, hercai menekşe, gelincik, gonca gül, kasımpatı, sümbül açmış. 

Türk sanatına çiçekli ebruyu kazandıran Necmeddin Okyay

Ruha işleyen ebru sanatı, suyun verdiği huzurdan ve boyalarının özündeki topraktan besleniyor. Buna emek ve sabrın da eklenmesiyle estetik değerleriyle müthiş bir sanat hayat buluyor.