26 Ağustos 2014 Salı

Soğuk lezzet, dondurma

Dondurma, buzdan ve kardan esinlenmiş, tadına bakan herkesi şımartan bir lezzet. Atası soğutulmuş içecekler, yarı dondurulmuş limonatalar ve meyve suları. Araştırmalar, Çin'de 618-907 yılları arasında var olmuş Tang Hanedanlığı’nın inek ve keçi sütünden hazırlanmış soğuk tatlıları tükettiğini gösteriyor. 

Renk renk, tat tat dondurma

Dondurmanın en popüler hikayesi, Romalı çılgın imparator Neron’la ilgili. Gladyatör savaşlarına düşkünlüğüyle bilinen Neron, dövüşleri izlerken kendisine leziz yiyecekler sunulmasından çok keyif alırmış. En şahane sunumu yapan aşçıyı mutlaka ödüllendirirmiş. Zirveden topladığı karların üzerine bal ve meyve parçaları serperek Neron’a sunan bir aşçı, farkında olmadan ilk dondurma türlerinden birini keşfetmiş. 

Asya gezisinden 1292’de dönen Marco Polo, yanında meyveli dondurma tariflerini de getiriyor. Donmuş sütten yapılan tatlılar, ilk olarak Venedik ve Kuzey İtalya’nın kapısını çalıyor. Zamanla kraliyet mensuplarının ve asillerin sofralarından çıkarak daha geniş kitlelere ulaşıyor. 

Avrupa, Marco Polo sayesinde dondurmayla tanışıyor

Amerika’ya dondurmayı getirenler, 1700 yılının başlarında İngiliz kolonileri. 1782’de, Philadelphia'da verilen bir parti sırasında konuklara dondurma dağıtılmasıyla birlikte kent dondurma üretiminin merkezi haline geliyor. Dondurmanın ayrılmaz parçası külahın keşfedildiği yer de Amerika.

Anadolu’da yüzyıllar öncesinden beri var olan şerbet, kar veya buzla soğutulmuş tatlı içecek kültürü Osmanlı mutfağına da taşınıyor. Keçi sütü, şeker ve salepten yapılan Türk dondurması, Avrupa’dakilerden farklı. Epey kalın olan Anadolu dondurması kancaya asılıyor. Büyük bir bıçak yardımıyla porsiyonlar halinde kesilerek baklavayla birlikte yeniyor. Ülkemizde dondurma üretimini gerçekleştiren ilk modern kuruluş, 1957’de işletmeye açılan Atatürk Orman Çiftliği Pastörize Süt ve Mamulleri Fabrikası. 

Dondurma külahı Amerika'da bulunmuş

Dondurmanın endüstri kolu olarak üretimi ilk kez Jacob Fussell tarafından 1851’de Baltimore’da yapılıyor. Rafine şeker üretiminin artması, konsantre süt fabrikalarının üretime geçmesi, krema makinesinin bulunması, süt tozuyla ilgili gelişmeler dondurma sektörünün büyümesini hızlandırıyor. 

Dalından toplanmış en taze meyvelerin eklendiği sayısız dondurma çeşidi yapılıyor. Kaymaklı, vanilyalı, çikolatalı, krokanlı, cevizli, karamelli, incirli, Antep fıstıklı, sakızlı, frambuazlı, limonlu, kavunlu, vişneli, çilekli, naneli, muzlu... Hatta Japonya’da sadece özel ve lüks restoranlarda satılan somon balıklı dondurma bile yapılıyor.

8 Ağustos 2014 Cuma

Işıltılı bir armağan, taşların kraliçesi: İnci

İnci, astrolojide insan ruhunu temsil eden Ay gezegeninin taşıdır. Alçak gönüllülüğün, temizliğin, sevgi ve şefkatin simgesidir. Oluşumu yaklaşık altı yıl süren inci, “Taşların kraliçesi” adıyla anılır.

İnci efsanelere konu olmuş

Çin efsanelerine göre, gökyüzünde ejderhalar dövüştüğünde yeryüzüne inci parçaları dökülürmüş. Eski Mısır’da ölüler inciyle birlikte gömülürmüş. Yunan mitolojisinde ise aşk tanrıçası Afrodit’in dalgaların köpüğünden bir inci gibi doğduğu ve Kıbrıs kıyılarına çıktığı anlatılır.


Günümüzde inci kadınsı bir taş gibi algılansa da geçmişte Roma imparatoru Caligula, Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman, Fransa kralı IV. Philippe ve II. Henry tarafından kullanılmış. Kanuni’nin huzuruna kabul edilen Fransız rahibi Jerom Morand’ın, padişahın sağ kulağında iri, pürüzsüz, muhteşem bir inci küpe gördüğünü ülkesinde hayranlıkla anlatmış. Sultan III. Selim de ressam Kapıdağlı Konstantin’e inci bir tespihle poz vermiş.

İnci kullanan padişahlardan III. Selim

En eski inci örneklerinden Afrodit’in İğnesi, Kıbrıs'taki Afrodit Tapınağı'nda bulunmuş. Ele geçtiği lahitte “Aratas'ın eşi Paphoslu Afrodit Eubola tarafından takılmıştır” sözleri yazılıymış. İğne, The British Museum’da sergileniyor.


Marko Polo’nun rivayetinden yola çıkarak 1.495 gramlık Arco Vadisi İncisi’nin, Çin imparatoru tarafından Moğol hükümdarı Kubilay Kağan'a hediye edildiği sanılıyor. Dev inci, açık arttırmada 8 milyon dolar karşılığında bir Fransız koleksiyonere satılmış. 


Doğal incilerin içinde en büyüğü tarihi iki bin beş yüz yıl öncesine dayanan Allah’ın İncisi. 6.350 gram ağırlığındaki bu inci ilk olarak Taoizm'in kurucusu Lao Tzu tarafından barış ve uyumun sembolü olarak görülmüş. Daha sonra kaybolan inciyi, Filipinler’de Etem adlı bir inci dalıcısı bulmuş (1934). 40 milyon dolar değerindeki Allah’ın İncisi’nin şimdiki sahibi Victor Barbish adlı koleksiyoner.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

İslam dünyasının ilk kadın romancısı

Fatma Aliye Hanım, Türk edebiyatının ve İslam dünyasının ilk kadın romancısı olarak bilinir. 22 Ekim 1862’de İstanbul’da dünyaya gelmiştir.


Osmanlı’da bir kadın tarafından kaleme alınmış ilk romanın yazarı aslında Zafer Hanım’dır. Zafer Hanım, Aşk-ı Vatan kitabının açıklama bölümünde, Osmanlı-Rus savaşında her yaştan vatan evladının öldüğünü ve bu acı tablo karşısında yüreğinin dayanmadığını yazıyor. Kendisinin de savaş meydanlarında can vermeye hazır olduğunu söylüyor (1877).

Zafer Hanım’ın yazdıkları herkesi etkilese de, günün gazetelerinde “ilk çağdaş kadın yazarlardan” diye tanıtılsa da tek bir romanın sahibi olması nedeniyle ilk Türk kadın romancı olarak anılmıyor. Fatma Aliye, beş roman ve onlarca makaleyi kaleme almış bir kadın. 

Fatma Aliye Hanım

Fatma Aliye, herhangi bir kurumdan eğitim almamış olmasına rağmen kendini çok iyi yetiştirmiş. Fransızcayı kendi çabasıyla öğrenmiş. On yedi yaşındayken Kolağası Faik Bey’le evlenmiş. Faik Bey, kısa bir süre sonra eşinin okuyup yazmasını bile yasaklamış. Fatma Aliye, kitaplarını gizlice okumuş, ancak evliliklerinin ilk on yılından sonra rahat bir yaşam sürebilmiş.

Yaptığı ilk çeviri, George Ohnet'in Volonté isimli romanı. Bu kitabı “Bir Hanım” imzasıyla yayımlamış. İlk romanı Hayal ve Hakikat’i, ünlü edebiyatçı Ahmet Mithat Efendi’yle birlikte kaleme almışlar. Kendi ismini ilk kez Muhaderat adlı romanında kullanmış. Udi romanıyla Osmanlı toplumunun pek alışık olmadığı bir öneriyi, kadının çalışması gerektiği konusunu gündeme getirmiş.

Ref'et, Enin, Levayih-i Hayat… Tüm eserlerinde kadın gözüyle evliliği, eşler arasındaki uyumu, aşk ve sevgi kavramını değerlendiren Fatma Aliye, birbirini tanıyarak evlenmenin önemini anlatmış. Kadının toplumdaki konumunu, kadınla ilgili toplumsal sorunları erkeklerin ilgi alanı olmaktan çıkartmış. Kadını kadınların gündemine taşımış. Romanlarında bireyleşme çabasında olan, çalışan, para kazanan, erkeğe ihtiyaç duymayan kadın kahramanlar yaratarak Osmanlı toplumu içinde yeni bir kadın tipi ortaya koymuş.

Fatma Aliye, Osmanlı-Yunan Savaşı'nda yaralanan askerlerin ailelerine destek olmak amacıyla yazılar yazmış. İlk resmi kadın derneklerinden biri olan Nisvan-ı Osmaniye İmdat Cemiyeti’ni kurmuş. 

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Pierre Loti, İstanbul ve sevdiği kadın Hatice: “Ah, ölümdendir…”

Ünlü Pierre Loti Tepesi’ne, İstanbul’un en eski semtlerinden biri Eyüp’ten ulaşabilirsiniz. Semtin meydanına, Eyüp Sultan Camii egemendir. Çınarların gölgesindeki caminin hemen yanında, Pierre Loti Tepesi’ne çıkan bir patika vardır.  

Haliç’in bir boynuz şeklinde uzanması ve güneşin doğup battığı saatlerde altın rengine boyanması sebebiyle bu panorama “Altın Boynuz” adıyla anılmıştır. Haliç manzarasının en iyi izlenebildiği yerdir Pierre Loti Tepesi. Servi ağaçlarıyla örtülü tepeye çıktığınızda sizi Pierre Loti Kahvesi karşılar. Ahşap masa ve sandalyelerin serpiştiği kahvenin ocağından Türk kahvesinin kokusu dağılır. Gümüş tepsilerde yeni demlenmiş çaylar bırakılır masalara.

Bir Türk dostu olan Pierre Loti

Bugün Pierre Loti Kahvesi olarak anılan yerin eski adı Rabia Kadın Kahvesi’ymiş. Fransız edebiyatçı Pierre Loti'nin bu kahveye sıklıkla gelmesi, Aziyade adlı romanını burada yazması zaman içinde kahvenin adının değişmesine neden olmuş.

Tepeye adını veren Pierre Loti, 1850 yılında doğmuş. 17 yaşında girdiği Fransız Deniz Kuvvetleri'ndeki eğitimini tamamladıktan sonra yıllar içerisinde albaylığa kadar yükselmiş. Bir deniz subayı olarak Orta Doğu ve Uzak Doğu'yu gezerek dünyayı tanımış. İstanbul’un güzelliğine hayran kalan Pierre Loti, Eyüp’te romanlarını yazmaya koyulmuş. Osmanlı yaşam tarzından etkilenen Loti’nin burada bir kadına aşık olduğu söyleniyor. 

Pierre Loti Tepesi'nde çay içmenin keyfi başkadır

Pierre Loti’nin kalbini fetheden kadının gerçek adı Hatice. Yazar ona, “Aziyade” adını vermiş. Hatice, yeşil gözleri olan bir Çerkez güzeliymiş. Evli, hatta bir adamın üçüncü eşiymiş. Kimileri Hatice’nin gerçek olmadığını söylese de böyle bir kadının varlığı biliniyor. Genç yaşta ölen Hatice, Topkapı mezarlığına defnedilmiş. Pierre Loti’nin bu mezarın önünde çekilmiş bir fotoğrafı var. Pierre Loti, dostlarından bu mezar taşının bir kopyasını istemiş. “Ah, mine’l-mevt”, yani “Ah, ölümdendir” sözüyle başlayan kitabenin bir kopyası bugün Fransa’da, Rochefort kentindeki Pierre Loti Müzesi’nde bulunuyor.

En güzel Haliç manzarası Pierre Loti'den izlenir

Bir Türk dostu kabul edilen Pierre Loti, 1913 yılında yazdığı Can Çekişen Türkiye adlı kitabında Batı’nın uyguladığı politikaları eleştirmiş. Aynı yıl devlet konuğu olarak Türkiye'ye geldiğinde Tophane Rıhtımı'nda büyük bir törenle karşılanmış ve Sultan Reşat tarafından sarayda ağırlanmış.

Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı’nın yanı sıra Anadolu işgalinde de Avrupa'ya karşı Türkleri savunan Pierre Loti, Milli Mücadele döneminde Anadolu'daki direnişe destek vermiş. Kendi ülkesi olmasına rağmen işgalci Fransa'yı ağır bir şekilde eleştirmiş. Bu nedenle, Pierre Loti’ye Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 4 Ekim 1921'de şükranların sunulduğu bir mektup iletilmiş. 1920 yılında İstanbul Şehri Fahri Hemşehrisi kabul edilen Pierre Loti’nin adının Haliç üzerindeki tepeye verilmesi de bu yıllara rastlıyor. Bu tepeye ulaşmak için yapılan teleferik de Loti adıyla anılıyor.