27 Temmuz 2014 Pazar
MUTLU NİCE BAYRAMLARA...
16 Temmuz 2014 Çarşamba
Gerçek bir vatanseverin hayatı, Vecihi Hürkuş
Kurtuluş
Savaşı’nın ilk ve son uçuşunu yapan Vecihi Hürkuş, tüm olanaksızlıklara rağmen ilk
Türk uçağını imal etmeyi başarmıştı. Bugün, ölüm yıl dönümü olan Vecihi Hürkuş’u daha
yakından tanıyalım, vatanseverliğiyle bunu fazlasıyla hak ediyor.
Üç yaşındayken babasını kaybetti
Vecihi
Hürkuş, 6 Ocak 1896 yılında doğdu, 16 Temmuz 1969 yılında aramızdan ayrıldı. Babası
gümrük müfettişi Faham Bey, annesi Zeliha Niyir Hanım’dı. Vecihi henüz üç
yaşındayken babasını kaybetti. Üç kardeşin ortancasıydı. İlkokulu Bebek’te bitirdikten
sonra sırasıyla Üsküdar Füyuzati Osmaniye Rüştiyesi, Üsküdar Paşakapısı İdadisi
ve Tophane Sanat Okulu’nda okudu.
Vecihi Hürkuş |
Birinci Dünya Savaşı’ndan yara alarak kurtuldu
Katıldığı Birinci Dünya Savaşı'nda yara alan Hürkuş, Yeşilköy'deki Tayyare Mektebi'nden pilot unvanıyla mezun oldu. Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslara karşı savaştı, esir düşse de Azeri Türklerinin de yardımıyla kurtulmayı başardı ve yeniden vatana döndü. Bir savaş uçağının tasarımını yaptı ancak Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasıyla projesi yarım kaldı.
Düşman uçağı düşüren ilk Türk havacı
Kurtuluş
Savaşı’nda ön saflarda savaşan Vecihi Hürkuş, İnönü ve Sakarya Savaşları’nda
büyük başarılar gösterdi, düşman uçağı düşüren ilk Türk havacı oldu. Kırmızı
şeritli İstiklal Madalyası’nın yanı sıra TBMM tarafından üç kez takdirname almaya
hak kazandı.
İlk Türk uçağını imal etti
1923'te
ganimet olarak Yunan kuvvetlerinden ele geçen motorlardan yararlanarak ilk Türk
uçağını imal etti. VECİHİ K-VI adını verdiği uçağını uçurunca cezalandırıldı (28
Ocak 1925). Cezanın gerekçesi ise izin almadan uçmuş olmasıydı!
Sırada yeni bir uçak daha
1930'da
Kadıköy'de bir keresteci dükkanını kiralayarak çalışmalarına yeniden başladı.
Üç ay gibi kısa bir süre içerisinde ilk Türk sivil uçağını, aslında ikinci
uçağını yaptı. Yeni uçağı VECİHİ XIV, ilk uçuşunu, 27 Eylül 1930'da Kadıköy-Fikirtepe'de
büyük bir topluluğun ve basın mensuplarının karşısında gerçekleştirdi.
“Yaşasın Türk Tayyareciliği”
Vecihi
Hürkuş, Uçabilirlik Sertifikası için İktisat Bakanlığına başvursa da 14 Ekim
1930'da şu yanıtla karşılaştı: “Tayyarenin teknik vasıflarını tespit edecek
kimse bulunmadığından gereken vesika verilmemiştir.” Ancak vazgeçmedi.
Yürütülen diplomatik ilişkiler sonucunda, 23 Nisan 1931’de Çekoslovakyalı
yetkililer tarafından düzenlenen bir törenle, “Yaşasın Türk Tayyareciliği”
yazılı bir pankartla onurlandırılarak uçuş iznini almayı başardı.
İlk sivil havacılık okulu
Vecihi
Hürkuş, 1932 yılında ilk Türk sivil havacılık okulu olan Vecihi Sivil Tayyare
Mektebi’ni açarak genç havacılar yetiştirmeye başladı. İstanbul Kalamış-Kadıköy'de
ilk sivil Türk uçağı VECİHİ XIV’dan başka ilk Türk eğitim ve spor uçağı VECİHİ
XV, 160 beygirlik Mercedes uçak motorlu deniz kızağı VECİHİ SK-X’in de üretilmesini
sağladı. 1954 yılında ilk sivil havayolu şirketi olan Hürkuş Havayolları'nı kurarak
ülkemizin havacılık tarihinde bir yeniliğe daha imza atmış oldu.
14 Temmuz 2014 Pazartesi
“Seninle doğan güldür bu gönül…”
Bugün,
Klasik Türk Müziği sanatçısı Safiye Ayla’nın 107. yaş günü. Safiye Ayla, Osmanlı
Devleti’nin son yıllarında, 14 Temmuz 1907 tarihinde doğdu. 14 Ocak 1998 günü doğduğu
şehirde, İstanbul’da hayata gözlerini kapadı.
Safiye
Ayla’nın babası Mısırlı Hicazizade Hafız Abdullah Bey idi. Abdullah Bey, kızı
dünyaya gelmeden öldü. Annesi ise Safiye
henüz üç yaşındayken hayatını kaybetti. Bunun üzerine Çağlayan Yetimhanesi’nde ilkokulu
bitirmek zorunda kalan Safiye Ayla, Bursa Öğretmen Okulu’na devam etti. Beyoğlu'nda
ilkokul öğretmenliğine başladıktan sonra Eyyubi Mustafa Sunar'dan müzik
dersleri aldı. Yesari Asım Arsoy, Hafız Ahmet Irsoy, Selahattin Pınar,
Saadettin Kaynak ve Udi Nevres Bey'in müzik bilgilerinden istifade etti.
Klasik Türk Müziği'nin unutulmaz isimlerinden Safiye Ayla |
Safiye Ayla, 1932 yılında verilen bir davette, Atatürk’ün huzurunda ilk kez şarkı söyledi. Sesi büyük beğeni topladı. Yine, bir konserinde ‘Yanık Ömer’ şarkısını Mustafa Kemal’in isteği üzerine defalarca okudu. Konser sonunda Mustafa Kemal, “Safiye çok teşekkür ederim, çok güzel yorumladın. Bu türküyü bir operada söylemeni çok isterim. Bunu başarırsan beni gerçekten çok mutlu edersin” dedi.
1950
yılında besteci Şerif Muhittin Targan ile evlenen Safiye Ayla, İstanbul Radyosu
başta olmak üzere Türkiye radyolarında sayısız konser verdi, beş yüzden fazla
plak doldurdu. ‘Seninle doğan güldür bu gönül’ ve ‘Aşk yaprağına konarak koza
öresim gelir’ adlı bestelerini yaptı.
Safiye
Ayla tüm başvurularına karşın bir operada ‘Yanık Ömer’ türküsünü icra
edebileceği tek yer bulamadı. Atatürk'ün vasiyetini yerine getiremeden seksen
yaşındayken aramızdan ayrıldı.
7 Temmuz 2014 Pazartesi
“Şeyh Hamdullah hattı ortaya çıkınca Yakut yazısının hükmünün kalmadığı muhakkaktır”
Buhara
Türklerinden Şeyh Hamdullah, Amasya’da doğdu. Eğitimini dönemin ünlü
isimlerinden, aynı zamanda Şehzade II. Bayezid’in de hocası olan Hatip Kasım
Efendi’nin yanında tamamladı. Hat sanatını öğrendiği ilk hocası Sufi Yahya
Çelebizade Ali Çelebi’nin Fatih’in katibi olması üzerine Hayrettin Halil
Çelebi’nin (Maraşlı Hayrettin) hocalığında hat eğitimini tamamladı.
Müziğe
ve şiire ilgi duyan Şehzade II. Bayezid, Amasya Valisi iken Şeyh Hamdullah’tan
hat dersleri almaya başladı. Şehzade, hocasına karşı hayranlık besler, o
çalışırken yazı hokkasını tutarak saygısını belli ederdi. Davetlerde, en
yakınına oturtup ilgi gösterirdi.
Şeyh Hamdullah'ın sanatını destekleyen II. Bayezid |
Fatih’in 1481'deki ölümü üzerine tahta geçen II. Bayezid, Şeyh Hamdullah’ı İstanbul’a davet etti. Harem dairesi yakınlarında bir oda temin ederek saray katibi ve yazı hocası olarak görevlendirdi.
Şeyh
Hamdullah, hat üstatlığının yanı sıra çok iyi bir ok atıcısı ve usta bir
terziydi. Ok ve yay yapabilir, diktiği kaftanların dikiş yeri mümkün değil
bulunamazdı. Şehzadeliği sırasında II. Beyazid için de dikiş yerleri hiçbir
şekilde seçilemeyen bir kaftan dikmişti. Pehlivanlar arasında ok atış rekoru
kırarak Okmeydanı’nda menzil sahibi üstat oldu. Üstelik Üsküdar’dan
Sarayburnu’na geçebilecek kadar iyi bir yüzücüydü.
Solda, Sultanahmet Camii-Sağda, Firuzağa Camii |
II. Bayezid’in ölümünden sonra Yavuz Selim zamanında sekiz yıl boyunca inzivaya çekildi. Kanuni döneminde saraya geri döndü. Yakut el-Musta'sımi ile Abdullah Sayrafi’nin yazıları üzerinde uzun çalışmalar yaptı.
Bir gün, II. Bayezid, Hazine-i Hümayun’dan çıkarttığı Yakut-el Mustası’mi’nin yazılarını gösterip Şeyh Hamdullah’tan yeni bir ekol oluşturmasını istemişti. Padişahın teşvikiyle çalışmalara koyulan Şeyh Hamdullah, Osmanlı hat ekolünün kurucusu oldu. Öncülüğü nedeniyle yüzyıllar boyunca “Hattatların Kıblesi” ve “Hattatların En Büyüğü” olarak anıldı. Ortaya koyduğu ekolle Osmanlı hat sanatı kimliğini bularak dünyadaki örneklerinden farklılaştı.
İstanbul'daki Bayezid Camii |
Şeyh Hamdullah’ın çalışmaları sonucunda nesihte, Yakut-el Musta’sımi’de görülen durgunluk aşıldı. Canlı ve kıvrak bir estetik kazanan harflerin satıra oturuşu düzeldi. Hareke ile harfler uyumlu hale getirilerek bütünlük kazandırıldı.
Şeyh Hamdullah, İstanbul’daki Bayezid Camii, Firuzağa Camii, Davutpaşa Camii ile Edirne’deki Bayezid Camii’nin celi sülüs kitabelerini yazdı. Ömrü boyunca kırk yedi Kur’an-ı Kerim tamamladı. Yaşı doksanı aştığında vefat etti ve Üsküdar, Karacaahmet Kabristanı’na defnedildi.
Şeyh
Hamdullah için,
“Şeyhoğlu
Hamdi hattı ta kim buldu zuhur,
Alemde
bu muhakkak, nesh oldu hatt-ı Yakut”
sözleri söylenmiştir. Anlamı şudur: “Şeyh Hamdullah hattı ortaya çıkınca
Yakut yazısının hükmünün kalmadığı muhakkaktır.”
Şeyh Hamdullah’tan sonra yetişen başarılı hattatlar iki yüzyıla yakın, “Şeyh gibi yazdı” iltifatını duymuşlardır.
Şeyh Hamdullah’tan sonra yetişen başarılı hattatlar iki yüzyıla yakın, “Şeyh gibi yazdı” iltifatını duymuşlardır.
3 Temmuz 2014 Perşembe
Osmanlı’da celi sülüsü inşa eden hattat, Ali Yahya Sufi
Osmanlı
hat sanatında, Mustafa Rakım Efendi celi sülüs yazı stilinin önemli
isimlerindendir. Ali Yahya Sufi ise aynı yazı stilini Fatih döneminde inşa eden
hattatlardandır. Öyle ki Ali Sufi’nin celi sülüsünün etkileri 18. yüzyılın sonuna
kadar hissedilir.
İstanbul'daki Fatih Camii'nin kitabesini Ali Sufi yazmış |
Kültür A.Ş.nin ‘İstanbul’un 100 Hattatı’ adlı yayınından Hattat Ali Sufi’nin babası Yahya Sufi’nin de hattat olduğunu öğreniyoruz. Ne yazık ki hayatıyla ilgili fazla bilgiye ulaşılamamış. Edirneli bir sanatçı olan Ali Sufi, hayatı boyunca milli benliği ve zevki aramış. “Hattatların Kıblesi” olarak tanınan Şeyh Hamdullah'ın ilk hocası olmuş. 1477 yılında vefat etmiş. Mezarının Üsküdar’da, Karacaahmet Mezarlığı’nda bulunduğu sanılıyor. Ancak mezar taşı kitabesi günümüze ulaşmamış.
Topkapı Sarayı'nın Bab-ı Hümayun Kapısı |
Ali Sufi’yi özellikle Fatih Camii’nin avlu pencerelerinin iç ve dış kısmında yer alan yazıları ile Topkapı Sarayı’nın Bab-ı Hümayun Kapısı (Saltanat Kapısı) üzerinde bulunan kitabe yazılarından tanıyoruz. Topkapı’da, mükemmel bir harf yapısını yakalayan Ali Sufi’nin kalem hareketlerindeki tatlılık göze çarpıyor. Bununla birlikte girift kompozisyonun güçlüğüne rağmen istifin kusursuzluğu da dikkat çekiyor.
2 Temmuz 2014 Çarşamba
Istakoz ve ağır trajedi
Yengeç
ailesinin üyelerinden ıstakoz, şık sunumlar eşliğinde lüks davetleri ve en
pahalı menüleri süslüyor. Tarih boyunca seçkin sınıfların en özel masalarında
yer almasının nedeni leziz eti. Balıkçı tezgahlarında, restoranların özel
havuzlarında, iri kıskaçlarını ağır ağır hareket ettirirken görünümü biraz
ürpertici. Kalın kabukları yosun tutmuş kayaları, gözleri ise teleskopu
andırıyor, ağzı sürekli bir şeyler anlatır gibi.
Istakozun en tehlikeli düşmanları ahtapot ve insan |
Istakozun
rengi türüne göre değişiyor. Maviden yeşile, kahverengiden kırmızıya kadar
farklı renklerde olanlarına rastlanıyor. Denizlerdeki varlığı 500 milyon yıl
öncesine kadar uzanıyor. Temiz sularda, planktonların ve mercan resiflerinin
olduğu yerlerde yaşıyor. Ağırlığı 500 gramdan başlayıp 5 kiloyu bulabilen
ıstakoz, en çok kayalık deniz diplerini seviyor. İhtiyarlamış olanları iyice
ağırlaşmış gövdesini derinliklere saklıyor. En tehlikeli düşmanları uzun, güçlü
kollarıyla ahtapot ve elbette insan. Ahtapot, ıstakozun vücuduna sarılıp yapışınca tüm
hareket kabiliyetini yok ediyor ve iliğine kadar emip içini bomboş bırakıyor. İnsan ise...
Balıkçılar ıstakoz peşinde |
Beş yaşına basmış bir ıstakozun ağırlığı yaklaşık olarak yarım kiloyu buluyor. Her kabuk değiştirişinde yüzde 20 kadar büyüme gösteriyor. Eskiden ıstakozlar gübre olarak kullanılır, toprağa gömülürmüş. Zamanla eti rağbet görmeye başlayınca en gösterişli sofralar için özellikle avlanır olmuş. Günümüzün kalitesi yüksek ıstakozları, Amerika, Kanada ve Batı Afrika kıyılarında yetişiyor. Eskiden Marmara ve Ege Denizi'nde de bolca rastlanmakla birlikte özellikle son yıllarda suların kirlenmesiyle sayısı hayli azalmış.
Avlanan ıstakozlar yüksek fiyatlara satılıyor |
Istakozun etinin en lezzetli olduğu dönem, kabuk değiştirme dönemi. Bu zamanlarda eti dolgunlaşıyor. Pişirilme yöntemi gerçekten çok ağır bir trajedi. Suyun dışında kalan ıstakoz, salgıladığı sıvı nedeniyle kendi etini zehirleyip yenilmez hale getiriyor. Bu yüzden de aniden öldürülmesi gerekiyor. Istakoz canlıyken ya tuzlu ve sirkeli kaynar suda haşlanıyor ya da ayakları koparılıp kabuğu bıçakla delinerek mangala atılıyor. Pişirilirken çıkardığı yürek kanırtan ses ise kabuğundan geliyor. Istakoz ne kadar acı çekerse çeksin bağıramıyor, çünkü ses telleri yok.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)