19 Ağustos 2013 Pazartesi

“Beklemesini onlar kadar bilen yoktu”

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nun esas kahramanı bulunmak zorunda olduğu yerde, bir hastanededir. Hasta çocuklar, yanlarında ailelerinden bir büyük, endişeli yüzler, iyot ve eter kokusu. Roman, yalnız ve hasta bir gencin temiz aşkını ve aşkıyla birlikte büyüyen derin ısdırabını konu edinir.

Peyami Safa, 1899 yılında İstanbul’da doğdu. Sivas’a sürgüne gönderilen babası orada ölünce Safa iki yaşında hayatla yüzleşti. Sekiz-dokuz yaşlarındayken bir kemik hastalığına yakalandı. Hekimler kolunun kesilmesine karar verseler de Safa bunu kabul etmedi. Hasta olduğu yıllarda yaşadıklarını Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanında anlattı.

Peyami Safa

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, psikolojik bir romandır. Olaylar, izlenimler, duygu ve düşünceler kahramanın dilinden kaleme alınmıştır. On beş yaşındaki roman kahramanı sekiz yaşından bu yana sol dizindeki meçhul hastalıkla mücadele etmektedir. Muayene odalarının önünde senelerce beklemiştir, hâlâ beklemektedir.

Sevdiği kız Nüzhet hercaidir.
“Havuzda yıldızların aksine bakıyoruz; fakat aynı şeyi hissettiğimizden emin olamamak azabı içindeyim” sözleriyle ifade eder karşılıksız hislerini.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda hasta gencin ruh hali keder, korku, yoksulluk, ölüm, yalnızlık ve kader etrafında karanlıktır. Defalarca gidilmiş hastane yolu, beyaz önlüklü hemşireler, hekimler; ilaç kokuları, kanlı pamuklar arasında bacağını kaybetme korkusu. Romanın sonunda operatör müjdeli haberi verir:
“Bacağın kurtuldu. Fakat yere basmayacaksın!”
Nüzhet’ten kart gelmiştir. Ziyaret edemediği için af istemektedir. Hastalar affetmesini bilseler de “Büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder