16 Aralık 2014 Salı

Değişim ve Wassily Kandinsky

Teorileri ve uygulamalarıyla yirminci yüzyıl sanatında değişimi körükleyen Wassily Kandinsky, 1866'da Çarlık Rusyası’nın topraklarında doğdu. Liseyi Odessa’da bitiren Kandinsky, Moskova Üniversitesi’nde hukuk ve ekonomi okumaya başladı. Sanat rüyasının peşinden Almanya'ya gitti. 

1909'da emprovizasyonlarını yaptı

Zaman ilerledikçe figürlerin görüldüğü sanattan uzaklaşıyordu. 1909 yılında ilk emprovizasyonlarını yaptı (Emprovizasyon, hiçbir ön çalışma olmadan birden oluşturulan eserler). 1910 yılından sonra figüratif resim yaptığı görülmedi. Kandinsky'e ‘ilk soyut ressam’ niteliğini kazandıran yapıtı, 1910 tarihli isimsiz bir çalışması. Gombrich, Sanatın Öyküsü adlı kitabında ilk soyut sanat eseri olarak Kandinsky’nin, Tate Gallery’deki (Londra) Kazaklar (1911) adlı tablosundan söz etmiştir. 

Mavi Süvari grubunda Paul Klee de vardı

Kandinsky, 1911 yılında ünlü ressam Franz Marc’la birlikte Mavi Süvari grubunu kurdu. Soyut sanatta çığır açan İsviçreli Paul Klee de bu grubun içerisindeydi. Savaşın çıkmasıyla grup dağıldı (1914). 1924 yılında sanatçı arkadaşlarıyla birlikte Mavi Dörtlü grubunu oluşturdu bu defa. 

Eserleri Naziler tarafından haczedildi

Eğitim verdiği Bauhaus’un Nazilerce kapatılmasının ardından Paris’e yerleşti. Bu arada sanatçının Almanya’da kalan eserleri haczedilerek değerinin çok altında fiyatlara satıldı. 78 yaşındayken, 13 Aralık 1944’te, Paris’te hayata veda etti.

12 Aralık 2014 Cuma

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

Türkistan halklarından Tataristan’a, Azerbaycan’dan Anadolu’ya dilden dile dolaşmış, manilerle işlenmiş bir halk anlatısı Tahir ile Zühre’nin hikayesi.

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Nazım Hikmet
  
Bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte...

Mülkü, varlığı dağlar kadar yüce, ülkesi huzur ve bolluk içinde bir hükümdar yaşarmış. Dünya servetine sahip olsa da çok mutsuzmuş. Çünkü evlat sahibi olamıyormuş. Hükümdarın bir de veziri varmış, o da aynı dert yüzünden üzüntü içindeymiş. Bir gün yolda karşılarına bir derviş çıkmış. Onlara bir elma vermiş, ikisinin de çocuğunun olacağını söylemiş. Ancak doğacak çocukların mutlaka birbiriyle evlendirilmesini, kızın adının Zühre, oğlanın adının Tahir olmasını istemiş.

Çok geçmeden dervişin dediği gibi evlatları dünyaya gelmiş. Hükümdarın kızı olmuş, adını Zühre koymuş. Vezirin oğlu olmuş, onun adı da Tahir. Derken Zühre, Tahir'e aşık olmuş, dualar ederek Tahir'in de aşık olmasını dilemiş. İki sevgili gizlice görüşmeye başlamış. Sarayda Karadiken adında zenci köle varmış, Zühre’ye aşıkmış. Genç kızın Tahir ile görüştüğünü öğrenince durumu hükümdara yetiştirmiş. Hükümdar, iki gencin evlenmeleri gerektiği buyruğunu vermiş. Ancak Zühre’nin annesini sözleriyle zehirleyen Karadiken, hükümdarın fikrinin değişmesini sağlamış. Hükümdar, Tahir’i saraydan kovmuş.

Zühre, saray dışında bir köşkte yaşamaya başlamış. Tahir köşkün önünden geçer, türküler söylermiş. Tahir'in sesini tanıyan Zühre de türkülere eşlik edermiş. İki sevgilinin görüştüklerini öğrenen Karadiken, durumu vakit kaybetmeden hükümdara bildirmiş. Hükümdar, Tahir’i Mardin Kalesi’ndeki zindana hapsettirmiş. Zindanda dualar eden Tahir, Hızır'ın yardımıyla kurtulmayı başarmış. Bu sırada hükümdar kızını zorla bir başkasıyla evlendirmek üzereymiş. Aşık kılığına bürünen Tahir, düğüne katılmış. Zühre’yi bulmuş, tam kaçmak üzerelerken Karadiken belirmiş. Saray muhafızları ile kahramanca mücadele eden Tahir, sonunda yakalanmış. Cellada teslim edileceği sırada el açıp Allah'a yalvarmaya başlamış. O an duası kabul olunmuş, ruhunu teslim etmiş. 

Tahir’in ölümünü izleyen Zühre, yaşadığı acıya dayanamayarak ölmüş. Zühre’nin ölümüne katlanamayan Karadiken de kendi kendini hançerlemiş. Hükümdarla eşinin yürekleri de evlat acısına katlanamamış, orada ölmüşler.  

Tahir ile Zühre

Efsaneye göre Tahir ile Zühre ve Karadiken oldukları yere öylece gömülmüş. O zamandan bu zamana, Zühre’nin mezarında her bahar beyaz bir gülün yeşerdiği söyleniyor. Tahir’in mezarında ise kırmızı bir gül tomurcuklanıyor. Aralarında bulunan Karadiken’in mezarından biten karaçalı ise iki gülün kavuşmasına her bahar engel olmayı sürdürüyor.

Konya’nın Meram ilçesinde, Beyhekim Mahallesi’nde bulunan Tahir ile Zühre Türbesi özellikle aşıkların, sevdiğine kavuşma muradıyla yananların uğradığı ziyaret yerlerinden.

2 Aralık 2014 Salı

Bilim dünyasına yön verdi, İbni Sina

İbni Sina, Ağustos 980’de Buhara yakınlarındaki bir kasabada doğdu, 21 Haziran 1037’de Hamedan’da öldü. Maveraünnehir Türklerindendi. Eğitimini Buhara’da gördü. 14 yaşına geldiğinde öğretmenlerini aşmaya başlamıştı. 16 yaşında tıbba döndü, yeni tedavi yöntemleri geliştirdi. 19 yaşına geldiğinde ise hekim unvanını kazanmıştı. Ücret almadan hastaları tedavi ediyordu.
Latin dünyasında “Avicenna” ve “Hekimliğin Hükümdarı” isimleriyle tanındı. 

Batı dünyasında Avicenna olarak bilinen İbni Sina

Abbasiler zamanında, Antik Yunan ve Hint kültürlerine ait eserlerin Arapçaya çevrilmeleri nedeniyle bilim dünyasında Arapça ortak dil olarak kullanılmaya başlanmıştı. Bu nedenle İbni Sina, çoğu eserini Arapça kaleme aldı. Nadir olarak Farsça eserler ve Türkçe şiirler de yazdı.

Ağır hastalığa yakalanan Buhara Emiri Nuh İbni Mansur’u iyileştirince Sıvanülhikme denilen saray kütüphanesinde çalışma izni verildi. Antik Yunan filozoflarıyla Anadolu düşünürlerinin araştırmalarını ve gözlemlerini inceledi. 22 yaşındayken önce babasını ardından da Nuh İbni Mansur’u kaybetti. Ve Buhara’yı terk etmek zorunda kaldı.

İslam coğrafyası bölünmüştü, prenslikler arasında iç karışıklıklar sürüyordu. Bilim dünyasına damgasını vuran eserlerini en zor yıllarda üretti. 

Eserleri, yüzyıllar boyunca Avrupa'ya önderlik etti

İbni Sina, filozof, usta bir hekim, mantık ve bilim adamı, matematikçi, doğa alimiydi. Kendinden önce El-Razi, Farabi gibi dünya çapındaki bilim adamları tıp ve felsefe alanlarında yeni adımlar atmışlardı. Devrin yükselişinden sonuna kadar faydalanan İbni Sina, ömrünü Belh, Hamedan, Horasan, Rey ve İsfahan'daki muhteşem kütüphanelerde geçirdi.

İbni Sina’nın en tanınmış eserleri, Kitabü'ş-Şifa, El-Kanun fi't-Tıb, Ennecat ve son felsefi eseri sayılan El’işarat’tır. El-Kanun, dünyada ilk kez kanıta dayalı tıp, deneysel tıp, klinik testler, verimlilik analizi, risk faktörü ve sendroma dayalı hastalık teşhisi gibi kavramları gündeme getirdi. Ayrıca, kitapta ilaçların deneysel amaçlı kullanımı sırasında uyulması gereken kurallara da yer verilmişti.

El-Kanun, 12’nci yüzyılın sonlarında Gerard de Cremone tarafından Latinceye çevrilince Batı dünyasında patlama etkisi yarattı. 13’üncü yüzyılda hemen her eseri Latinceye çevrilmişti. Montpellier ve Louvain gibi önemli Batı üniversitelerinde İbni Sina okutuluyor, fikir hareketleri eserlerinin önderliğinde başlıyordu. Batı dünyasındaki otoritesi 17’nci yüzyıla kadar sürdü, neredeyse 600 yıl boyunca Avrupa’ya hükmetti.

Mikroskobun henüz keşfedilmediği bir çağda tıp araştırmaları yapan İbni Sina, bazı hastalıkların bulaşmasında gözle görünmeyen yaratıkların etkisi olduğunu fark etmişti. Keşfi, mikropların varlığını sezmekten başka bir şey değildi. Küçük ve büyük kan dolaşımını birbirinden ayıran hekim olarak bilinen İbni Sina, yasak olmasına rağmen kadavralar üzerinde çalıştı. Bazı buluşları kimya biliminin yol almasında etkili oldu.