25 Haziran 2014 Çarşamba

Divriği Ulu Camii ve etrafındaki esrarengiz gölgeler

Sivas’ta bulunan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, Anadolu’nun ihtişamlı duraklarından biri. Yapının kayayı andıran güçlü duvarları göğe doğru yükselirken konik külahların ve anıtsal taç kapılarının gölgesi toprağa düşer.
1985 yılında UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan eser, ışık-gölge oyunlarının şaşırtmacalarıyla dolu.

Divriği Ulu Camii, 1228-29 yıllarında Mengücekli Beyi Ahmet Şah tarafından yaptırılmış. Ruh hastalarının müzik ve su sesiyle tedavi edildikleri darüşşifa ise aynı tarihte, Ahmet Şah’ın eşi ve Erzincan Beyi Fahrettin Behramşah’ın kızı Turan Melek tarafından inşa ettirilmiş. Mimarı Ahlatlı Muğis oğlu Hürrem Şah. 

Anıtsal taç kapılarıyla Divriği Ulu Camii

Darüşşifa caminin güney duvarına dayanıyor. Külliyeye ait olduğu bilinen aşhane, konukevi, sundurma, mahkeme, namazgah, kuyu ve sebil gibi yapılar ne yazık ki günümüze ulaşamamış.


Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, mükemmel üç boyutlu detaylı geometrik stillere ve bitkisel bezemelere sahip. Devamlı tekrardan kaçınan taş ustası, kendini sürekli yenilemiş ve bir motife bağımlı kalmamış. Caminin ve darüşşifasının dört kapısı bulunuyor: Şifahane Taç Tapısı, Cami Kuzey Taç Kapısı, Cami Batı Taç Kapısı ve Şah Mahfili Taç Kapısı. 

Eseri gören Evliya Çelebi, hayranlığını,“Üstad-ı mermer bu camiye öyle emek sarf edip kapı ve duvarları öyle nakış bukalemun eylemiş ki methinde diller kısır, kalem kırıktır” sözleriyle dile getirmiş. 

Kapılara vuran gölgeler ilgi ve merak uyandırıyor

Divriği Ulu Camii’nin giriş kapısına ikindi güneşi düştüğünde esrarengiz gölgelerin belirdiğini söyleyenler, hatta bu anı fotoğraflamaya çalışanlar var. Ayakta duran bir erkek silüeti ve bu silüetin önünde dikdörtgene benzer bir gölge daha. Gölgelerin, Kur’an-ı Kerim okuyan ve namaz kılan iki figüre ait olduğu iddia ediliyor. Kimilerine göre, camiye girişi sağlayan taç kapıda beliren silüetin uzunluğu 4 metreye yaklaşacak kadar heybetli.

23 Haziran 2014 Pazartesi

Kulakların pasını silen ut

Adını Arapça sarısabır veya öd ağacı anlamına gelen el-oud’dan alan ut, Tunus, Fas ve Cezayir’den başka tüm Arap ülkelerini; Türkiye, İran ve Ermenistan topraklarını şenlendirir ve kederlendirir. Avrupa’nın utla tanışması Haçlı Seferleri yoluyla olur. On birinci ve on üçüncü yüzyıllarda Doğu’ya akın eden Avrupalılar udun sesindeki büyüye kapılır.

Türklerin en eski ve geleneksel sazı kopuzla ut birbirine çok benzer. Türk icadı olan udun Arap kökenli bir isim taşımasının nedeniyse yedinci yüzyılda Horasan’dan Bağdat’a çalışmaya gelen Türk işçiler. Araplar, ut sesini ilk kez Türk işçilerden duymuş, göğsü sarısabır ağacından yapıldığı için de bu çalgıya “El-oud” ismini vermiş. 

Türk zevkinin musikiye en güzel yansımalarından ut

Anadolu’da ut, Yunus Emre’nin şiirlerinde en güzel musikilere dönüşmüş, Rumeli'de nağmeleri şenlendirmiş. Osmanlı saraylarının baş çalgısı olmuş, musiki saatlerinde İstanbul konaklarının billur sesli hanımlarına eşlik etmiş. Şenliklerde, düğünlerde başköşeye kurulmuş.

Udun nasıl çalınacağına dair ilk kaynak dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan el-Kindi’nin risaleleri. Bizde ilk matbu ut metodunun yazarı Ali Salahi Bey ve 1924 yılında basılmış kitabın adı İlaveli Ud Muallimi.

Türk utlarının göğsünde iki küçük bir büyük delik varken tüm ülkelerde udun göğüs deliklerini gül deseni çevreliyor. Hafif olmasını tercih ettikleri için Türklerin utları sade; tekne, sap, mızraplıklar süssüz.

Klasik Türk zevkinin musikiye en güzel, en duygulu yansımalarından biri. Dinleyenlerini dinlendirir; sakindir sesi, telaşsız. Kulakların pasını siler bir başka deyişle…