Londralı
ressam Louis William Wain (1860-1939), ıslak bir Londra gününde sokaklarda
başıboş dolaşan, sırılsıklam olmuş yavru bir kediye rastlar. Evine götürdüğü minik
misafire “Peter” adını verir ve ona oyunlar öğretmeye başlar. Aslında tek amacı
meme kanseri olmuş hasta eşini biraz olsun eğlendirmektir. Oyunları kısa sürede öğrenen Peter, aktör gibi sevimli
numaralar yapmaya başlar. Gözlük takar, kitap sayfalarına dalarak okur taklidi
yapar. Çok geçmeden ressamın bir numaralı modeli olur.
Wain, resimlerindeki kedileri ilginç kılıklara soktukça eşi gülümsemekte, eğlenmektedir.
Wain, resimlerindeki kedileri ilginç kılıklara soktukça eşi gülümsemekte, eğlenmektedir.
Eşinin
kaybı Louis Wain’i yıkar. Birinci Dünya Savaşı’nın çıkması hayatını
iyice zorlaştırır. Sevimli dostları kedilerle birlikte inzivaya çekilir, aylar
sürecek bir yalnızlıkla baş başa kalır. Ağır depresyondan kurtulamaz. Hastalığı
ilerledikçe sinirli, şüpheci, agresif bir ruh haline bürünen Wain, yaşamının
son yıllarını psikiyatri kliniklerinde geçirir.
Yeni
bir tarz yaratan Wain, kedilerden oluşmuş bir toplum kurgular, izleyiciye
bambaşka bir dünya sunar. Son dönem resimlerinde neredeyse anlamların üzerine
şifreler koyar. İri açılmış gözlerden
akseden korku ve umutsuzluktur. Sanat hayatının sonuna doğru kediler
silikleşmeye başlar. Uzak Doğu tanrılarını çağrıştıran, figürlerin yoğun olduğu
çizimler arasında belirli belirsiz fark edilir.
İnsanbiçimcilik
olarak tanımlanan antropomorfizmi izleyen Louis Wain, sanat yaşamı boyunca
kedileri merkezde tutar. Wain’in kedilerine benzemeyen bir
Londra kedisinin bundan utanç duyması gerektiği dönemin esprisi haline gelir.