29 Kasım 2014 Cumartesi

“Wain’in kedilerine benzemeyen bir Londra kedisi bundan utanç duymalıdır!”



Londralı ressam Louis William Wain (1860-1939), ıslak bir Londra gününde sokaklarda başıboş dolaşan, sırılsıklam olmuş yavru bir kediye rastlar. Evine götürdüğü minik misafire “Peter” adını verir ve ona oyunlar öğretmeye başlar. Aslında tek amacı meme kanseri olmuş hasta eşini biraz olsun eğlendirmektir. Oyunları kısa sürede öğrenen Peter, aktör gibi sevimli numaralar yapmaya başlar. Gözlük takar, kitap sayfalarına dalarak okur taklidi yapar. Çok geçmeden ressamın bir numaralı modeli olur. 

Wain, resimlerindeki kedileri ilginç kılıklara soktukça eşi gülümsemekte, eğlenmektedir.


Eşinin kaybı Louis Wain’i yıkar. Birinci Dünya Savaşı’nın çıkması hayatını iyice zorlaştırır. Sevimli dostları kedilerle birlikte inzivaya çekilir, aylar sürecek bir yalnızlıkla baş başa kalır. Ağır depresyondan kurtulamaz. Hastalığı ilerledikçe sinirli, şüpheci, agresif bir ruh haline bürünen Wain, yaşamının son yıllarını psikiyatri kliniklerinde geçirir.


Yeni bir tarz yaratan Wain, kedilerden oluşmuş bir toplum kurgular, izleyiciye bambaşka bir dünya sunar. Son dönem resimlerinde neredeyse anlamların üzerine şifreler koyar. İri açılmış gözlerden akseden korku ve umutsuzluktur. Sanat hayatının sonuna doğru kediler silikleşmeye başlar. Uzak Doğu tanrılarını çağrıştıran, figürlerin yoğun olduğu çizimler arasında belirli belirsiz fark edilir. 

İnsanbiçimcilik olarak tanımlanan antropomorfizmi izleyen Louis Wain, sanat yaşamı boyunca kedileri merkezde tutar. Wain’in kedilerine benzemeyen bir Londra kedisinin bundan utanç duyması gerektiği dönemin esprisi haline gelir.